15 TEMMUZ VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
Aşağıdaki yazıyı, 6 yıl önce yazmıştım. O günden bu yana değişen fazla bir şey olmayınca ve o gün yazdıklarım hala geçerli olunca, bir kez daha yayınlama gereği duydum.
15 Temmuz darbe kalkışmasının üzerinden bir yıl geçti. Buna karşın biz, hala darbe tartışmaları yapıyoruz. Oysa bu tartışmalar yerine; şu dört konuyu anlamaya çalışmamız gerekirdi.
Bir; bu toplum, artık darbe istemiyor. Bu nedenle, darbe yapmaya kalkışanlara gerekli dersi -fazlasıyla- verdi.
İki; Türk Silahlı Kuvvetleri darbe istemiyor. Ordunun ezici bir çoğunluğu, darbe yapmaya kalkanların, etkisiz hale getirilmesi ve yakalanıp mahkemelerde hesap vermesi için her şeyi yaptı çünkü.
Üç; yıllarca “İçerisinde Fetullahçı yapılanma olduğu” iddia edilen, polis teşkilatı, darbecilere karşı dik durarak, FETÖ sempatizanı değil ülkesine ve demokrasiye bağlı olduğunu gösterdi.
Dört; halka, askere ve polise karşın siyasetçilerimiz -darbeye karşı olmakla birlikte- bu konuda beklenen birlikteliği gösterip tek vücut olamadı.
Demokratik bir ülkede, milletvekilleri; demokrasinin her yönüyle oluşması için ne gerekiyorsa yapar.
Buna karşın; bizim milletvekillerimizin bir kısmı, darbe konusunda “havanda su dövmek” dışında fazla bir şey yapmadı. Hatta kimi söylem ve eylemleriyle, bu konunun; -neredeyse- gündemde fazla tutulmamasını ister gibi tavırları olanlar bile oldu.
Oysa milletvekillerimiz; darbeye kalkışanların, her yönüyle deşifre edilip yargılanarak hak ettikleri cezayı çekmeleri için -gerekiyorsa, yeni yasal düzenlemeler dahil- her şeyi yapmalıydı.
Karşımızda, yıllar önce “Sızıntı” adlı bir dergiyle yola çıkarak, devlerin kilit noktalarına sızacağını gizleme gereği duymayan bir örgüt var.
Bu örgüt, aynı zamanda; yıllarca Atatürk düşmanlığı yaptığı halde, darbe girişiminde bulunurken Atatürk’ün “Yurtta Sulh, Cihandan Sulh” sözünü kullanacak kadar takiyyeci bir yapıya sahip.
Çeşitli ifadelerden ve iddianamelerden öğrendiğimize göre; “İçki haram” dedikleri halde, kendilerini ele vermemek için içki içebilen, oruçluyken, örgüt üyesi olduğunu belli etmemek amacıyla orucunu bozabilecek kadar da takiyyeciler.
Birçok hükumetle, içli dışlı olabilmelerinin nedeni de, bu takiyye sistemi olsa gerek.
Öyle olmasaydı; cumhurbaşkanları ve başbakanlar çıkıp ”Kandırıldık” demezdi.
Cumhurbaşkanı, başbakan, bakan, vali, kaymakam ve muhtar gibi devleti yönetenlerin yanında bürokratları ve sivil toplum kuruluşlarını da etkisi altına alan bir örgüt yapılanmasından söz ediyoruz.
Profesörü etkileyen bir yapının öğrenciyi etkilemesi, bürokratı etkileyen bir yapının memuru etkilemesi, patronu etkileyen bir yapının işçiyi etkilemesi çok kolay olmuştur bence.
17-25 Aralık sürecinden sonra, bu örgüte en çok karşı çıkan ve örgütü bitirmek için çalışanlardan biri o zaman başbakan, şu anda cumhurbaşkanı olan Sayın Recep Tayyip Erdoğan olmuştur.
Keşke sayın cumhurbaşkanı, bu karşı çıkma olayında; muhalefeti suçlayıcı bir dil kullanmak yerine, yanına almaya çalışsaydı.
Böyle bir örgütle mücadele; yalnızca cumhurbaşkanı veya hükumetle değil Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin tamamı başta olmak üzere hepimiz, yekvücut olursak yapılabilir çünkü.
Bu yekvücut olma durumu, her terör örgütüne ve her çeşit terörist olaya karşı sağlanmalı ve kesin sonuç alınıncaya kadar da sürmeli.
Terör, dünyanın en eski suçlarından biridir.
Terör, insan olan herkesin yüreğini yakar, içini acıtır.
Terör olaylarından sonra acı duymayanlar, terörü destekleyenler veya terörden beslenenlerdir.
Terörün; ırkı, mezhebi, dini, imanı olmaz. Terörün, ancak ve yalnız yıkımı ve acısı olur.
Terörü; ancak ve yalnız, toplumsal iş birliği ve akılcı çözüm yollarıyla yok edebiliriz.
Terörü önlemede, en etkili yollardan biri de, istihbarat örgütlerinin; yeterli ve sistemli bilgi akışını sağlamalarıdır.
15 Temmuz darbe kalkışmasında, istihbarat örgütlerimiz, -maalesef- yeterli bilgi toplayamamıştır.
Darbe yapmaya kalkışanların, deşifre oldukları için; eylemlerini, gece yerine akşam saatlerinde gerçekleştirmeye çalışmaları, istihbarat örgütleri adına -bir bakıma- başarı sayılsa da, yetersizdir.
Doğrusu; darbe kalkışmasına başlanmadan, eylemi yapacak olanların yakalanmasını ve yargılanmasını sağlayacak kadar sağlam bilgi ve delil toplamak olmalıydı.
Bu açıdan bakınca ben, o günden sonra; MİT müsteşarı ve Genelkurmay Başkanının istifa etmesini beklerdim.
Devleti yönetenler, istifaları reddedip aynı isimlerle çalışmayı sürdürme kararı alsalar bile -en azından- bir istifa dilekçesi verilmeliydi bence.
Verilecek bir istifa dilekçesi bile, o makamlarda bulunanları rahatlatırdı çünkü.