27 Kasım 2024
Ramazan Kara

Aşağıdaki yazıyı, 06.04.2019 tarihinde -07 Haziran 2015’te yapılan Genel Seçim sonuçları açıklandıktan sonra yazmış olduğum yazımdan alıntı yaparak da- yazdım.
Aynı tespitler, günümüz için de geçerli olduğu için -olduğu gibi- tekrar yayınlıyorum.
7 Haziran Genel Seçimlerinde, muhalefet partilerine daha çok oy vererek, Adalet ve Kalkınma Partisini, tek başına iktidar olmaktan alıkoyan seçmenlerin yaklaşık olarak %60‘ı “Sayın Adalet ve Kalkınma Partisi yöneticileri; bizler vatandaş olarak her ne kadar kalkınmadan ve tek başına siyasi istikrardan yana olsak da sizlerden; partimizin adı “Adalet” sözcüğüyle başladığına göre adı yolsuzluğa karışan herkesi, bakanımız olsa da, parti kurucunuzun oğlu olsa da kendi partimizden diyerek Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde oy çokluğuyla aklamak yerine, bağımsız Türk yargısına hesap vererek aklanmalarını sağlamanızı isterdik” demek istemiş ve en azından şu anda Başkanlık Sistemi istemediğini belirtmiştir.
Ayrıca seçmen, Yasama, Yürütme ve Yargı erkinin görev, yetki ve sorumluluklarına da dikkat çekmiştir.
Nedense bizim ülkemizde yıllardır, Yasama organının asıl görevi, yasaları yapmak ve yürütmeyi denetlemek olduğu halde genellikle, yürütme organının gölgesinde ve emrindeymiş gibi bir izlenim bırakmıştır.
Ülkeyi yönetecek ve geleceğimizi şekillendirecek hükumetlere, “Seçmen bize yetki verdi. Biz de her istediğimiz yaparız” havası yaratmak yerine “Seçmen bize yetki verdiği halde bu yetkiyi, kendi parti üyelerimizden çok Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin onayıyla kullanmam gerekiyor” deme fırsatını da vermiştir.
“Sıradan bir vatandaş olarak; Türkiye Cumhuriyeti’ni 13 yıl yöneten bir partiye ve onun genel başkanına akıl vermek, ne kadar haddimi aşmaksa, içimden geçenleri dillendirmek de o kadar hakkımdır” diye düşündüğüm için meclisin en büyük partisinin ne yapması gerektiğini dillendirmek istiyorum.
Meclisin en büyük partisi konumundaki Adalet ve Kalkınma Partisi, hükümette kalmak istiyorsa Sayın Ahmet Davutoğlu, diğer siyasi parti liderleriyle görüşürken öncelikle “Biz parti olarak tek başına iktidara ilk geldiğimizde oy oranımız %34 idi. Şu anda %41 oy aldığımız halde tek başımıza hükümet kuramadığımızı göz önüne alarak bu kez, sizlerin de desteği ile siyasi partiler ve seçim yasaları başta olmak üzere pek çok alanda çağa uygun, daha demokratik çözümler üretmek için iktidar olmak istiyoruz. Atacağımız her yanlış adımda meclis çoğunluğu olarak bunun hesabını soracak olan nefesinizi ensemizde hissetmeye de hazırız” demeli, diyebilmelidir.
7 Haziran seçimlerinde oy kullanan vatandaşlarımızın %60’ı “Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, muhalefet partilerinin liderlerini küçümseyen, muhalefet partilerinin genel başkanları da, Sayın cumhurbaşkanımızı, hırsızlıkla suçlayan söylemlerde bulundular. Bu nedenle biz de, hiçbir partiye iktidara gelecek kadar oy vermeyip uzlaşma kültürünü yaygınlaştırmalarını bekledik” demiştir.
Aynı seçmen kitlesi “Biz, MHP ve HDP’nin –neredeyse- eşit sayıda milletvekili çıkarmasını sağlayarak; ayrışmadan değil uzlaşmadan yana olduğumuza dikkat çektik. O nedenle; MHP yöneticileri, HDP milletvekillerini dışlayan tavırlardan vazgeçmeli. HDP yöneticileri de, ayrı devlet olmayı veya özerk bölgeler kurmayı dillendirmek yerine, Türkiye partisi olmayı tercih etmeli” demiştir.
Yukarıdaki yazı, 7 Haziran 2015 genel seçim sonuçlarından sonra, yazmış olduğum bir yazımdan alıntılardır.
Anayasa Değişikliği Referandumunda, 24 Haziran Genel Seçimlerinde ve 31 Mart Yerel Seçimlerinde, haklımızın verdiği mesajlar da, “üç aşağı beş yukarı” aynıdır
O nedenle, aynı mesajları yukarıda paylaştığım için; yazımı, verilen yeni birkaç mesaj daha yazarak bitireceğim.
7 Haziran’da -tarafsız bir konumdayken- cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, muhalif liderler ve partiler için kullandığı dil nedeniyle oy kaybettirdiği için 1 Kasım seçimlerinde, alanlara çıkmayarak partisinin tekrar, tek başına iktidara gelmesini sağlayan sonucu bir kenarda bırakıp Referandum ve 24 Haziran seçimlerinde, muhalefete yüklenen söylemlere yeniden ağırlık vermişti.
Ancak buna karşın, Sayın cumhurbaşkanımız; muhalif adayların dağınıklığından dolayı seçimi ikinci tura götürecek yoldan uzaklaşması, -onların- körler, sağırlar, birbirini ağırlar türü söylem ve eylemleri, Sayın Muharrem İnce’nin Apolet Polemiğini fazla uzatması gibi nedenlerle yeniden cumhurbaşkanı olmayı başardı.
Sayın cumhurbaşkanımız, aynı dili; 31 Mart Yerel Seçimlerinde de kullanınca, İstanbul, Ankara ve Adana’daki Büyükşehir Belediyesi başkanlıklarını, muhalefet ittifakının kazanmasına neden olmuştur.
Sayın cumhurbaşkanımız, seçim sonuçları hakkında doğru tahliller yapılmasını sağlamazsa, partisinin -Anavatan ve Doğru Yol Partilerinin de yaşadığı- bir devrin sonu sürecine girmesi kaçınılmaz olacaktır. O partiler de, çözülme sürecini yaşamaya; Ankara ve İstanbul belediye başkanlıklarını kaybederek başlamışlardı çünkü.
Bu genel duruma, Cumhurbaşkanlığı Sistemine geçiş referandumunda alınan oy dağılımı da eklenince ve 24 Haziran seçim sonuçları için yukarıda yazdıklarım dikkate alınınca, söylemek istediklerim, daha iyi anlaşılır bence.