SEÇMEN MESAJLARI -6-
Aşağıdaki yazıyı, 09.04.2019 tarihinde -07 Haziran 2015’te yapılan Genel Seçim sonuçları açıklandıktan sonra yazmış olduğum yazımdan alıntı yaparak da- yazdım.
Aynı tespitler, günümüz için de geçerli olduğu için -olduğu gibi- tekrar yayınlıyorum.
7 Haziranda yapılan seçim sonuçlarına benzer bir sonuç da, 1973 seçimlerinden sonra alınmıştı ama büyük bir çoğunluk bunu pek anımsamaz. O zaman 16 yaşında olan ben, 58 (şu anda 62) yaşına geldiğime göre neden anımsanmadığını anlatmak için fazla söze gerek yok sanırım.
O seçimlerde, parti amblemi anahtar olan Milli Selamet Partisi (MSP) tam anlamıyla “Hükumet kapısını açacak anahtar” konumundaydı.
Ülkemizin CHP ve Adalet Partisi (AP) gibi iki büyük partisi olduğu halde bir araya gelip koalisyon hükumeti kurmaya yanaşmıyordu. Tıpkı günümüzün Adalet ve Kalkınma Partisi ile CHP gibi seçim meydanlarında birbirleri için çok ağır konuşmuşlardı çünkü.
MHP ve Cumhuriyetçi Güven Partisi (CGP) gibi küçük partilerin büyük partilerle anlaşması da hükumet kurmaya yetmiyordu.
Az önce de belirttiğim gibi MSP, hükumet kapısını açabilecek çilingir konumundaydı. O yüzden, MSP genel başkanı Sayın Necmettin Erbakan için “Anahtarı boynuma takarım/ Ne Sülo’ya, ne Bülent’e bakarım/ Topu ayağıma aldım ya/ İster sağa, ister sola atarım” sözleriyle başlayan beste bile yapılmıştı.
Daha sonra ne mi oldu?
MSP, önce CHP ile hükumet kurdu. O hükumet, Kıbrıs Barış Harekatını yapınca “Olası bir erken seçimde milli oyların çoğunluğunu arkasına alarak daha büyük bir güçle meclise gireceğini” düşünerek ülkeyi bir erken seçime zorlamak istedi ama başaramadı. Arkasından aynı parti, AP, MHP ve CGP ile birleşerek “Milliyetçi Cephe” diye adlandırılan hükumetin kurulmasını sağladı.
7 Haziran seçim sonuçlarına göre bence anahtar konumundaki parti -bu kez- HDP oldu. Her ne kadar “Adalet ve Kalkınma Partisi ile CHP” “Adalet ve Kalkınma Partisi ile MHP” veya “Adalet ve Kalkınma Partisi ile HDP” koalisyonları dile getirilse de yaşama geçirilmesi kolay olacağa benzemiyor.
Adalet ve Kalkınma Partisi dışındaki tüm partiler, “Tarafsız cumhurbaşkanının alanlarda kalabalıklara, siyasi konuşmalar yapmaması” ve “Adı yolsuzluğa karışmış 4 bakanın Yüce Divan’da hesap vermesi” başta olmak üzere pek çok konuda uzlaşarak oy aldılar çünkü.
Bana göre seçim sonuçlarını, en iyi okuyan Halkların Demokratik Partisi yetkilileri oldu.
Bir yandan Kürt sorununu fazla dillendirmeyerek, diğer yandan hem Başkanlık Sistemine karşı duruşlarını dile getirerek hem de “CHP ile MHP’nin kuracağı azınlık hükumetine destek vereceklerine” değinerek olası bir erken seçimde “Biz, Türkiye partisi olmak ve asgari ücreti arttırmak, çiftçiye ucuz mazot, emekliye ikramiye vermek, seçim barajını düşürmek için kendimiz iktidar olamadık ama elimizden geleni yaptık” diyerek oylarını arttırmanın yolunu açtıklarına inanıyorlar bence.
HDP; beğensek de beğenmesek de, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne girmesini içimize sindirsek de sindirmesek de, var olan durumu benimsemekten başka bir yol yok. Bir yandan “Dağdan inip ovada siyaset yapın” veya “Bir bölgenin değil tüm ülkenin partisi olarak gelin” deyip diğer yandan o izlenimi vermeye çalışan bir partinin 80 milletvekili ile meclise girmesini yok sayamazsınız çünkü.
Bu yüzden ben, MHP yetkililerinin görüşlerine saygı duymakla birlikte; HDP, “Çözüm Süreci ilgili bir dayatmada bulunmadığı sürece CHP ile MHP arasında kurulacak bir azınlık hükumetine destek verecekse buna sırt çevireceklerini belirten söylemleri onaylayamıyorum.
“Adalet ve Kalkınma Partisi ile koşullarımızı benimserlerse hükumet kurarız. ” şeklindeki söylemlerine destek veren biri olduğum halde yaşama geçirilmesini olanaksız gördüğüm için gülüp geçiyorum.
Böyle giderse bir erken seçim kaçınılmaz olacak ve daha önce de belirttiğim gibi “O seçimin kaybedeni, ülkeyi yeni bir seçime gitmek zorunda bırakan partiler olacak.”
Yukarıdaki yazı, 7 Haziran 2015 genel seçim sonuçlarından sonra, yazmış olduğum bir yazımdan alıntılardır.
Anayasa Değişikliği Referandumunda, 24 Haziran Genel Seçimlerinde ve 31 Mart Yerel Seçimlerinde, haklımızın verdiği mesajlar da, “üç aşağı beş yukarı” aynıdır. O nedenle, aynı mesajları yukarıda paylaştığım için; yazımı, verilen yeni birkaç mesaj daha yazarak bitireceğim.
7 Haziran’dan sonra yapılan 1 Kasım seçimlerinde, Adalet ve Kalkınma Partisi, tek başına iktidar olsa da, bir süre sonra; MHP ile anlaşıp Cumhurbaşkanlığı Sisteminin önünü açarak ve seçimlere “Cumhur İttifakı” adı altında birlikte girerek, bir bakıma 1970’li yılların Milliyetçi Cephesi gibi bir araya geldiler.
Bu durum karşısında, muhalefet partileri de “Millet İttifakı” olarak hareket etmeye başlayınca HDP, yeniden kilit parti konumuna geldi.
24 Haziran seçimlerinde HDP yöneticileri, kilit parti olduklarını yeteri kadar gösteremese de, 31 Mart Yerel Seçimlerinden önce “Batı’da Cumhur İttifakına kazandırmamak, Doğu’da daha çok belediye başkanlığı kazanmak” diye açıkladıkları kararları, etkili oldu ve birçok belediye başkanlığının, muhalefet partilerine geçmesini sağladı. Ancak o söylemleri, Cumhur İttifakını, iyice kenetleyince, Doğu’da umdukları sayıda belediye başkanlığını kazanamadılar.
Bu seçimde de seçmenler – HDP yöneticilerine –bir kez daha “Gelin Türkiye partisi olun. Biz de size destek verelim” mesajı vermiştir. Bu mesajı alıp almamak HDP yöneticilerinin işi.
Bu seçimin başka bir sonucu da; muhalefet partilerini, FETÖ ve PKK gibi terör örgütleriyle işbirliği yapmakla suçlamanın, artık tabanda karşılık bulmadığı olmuştur. Bunda, HDP’nin terörün merkezi olduğunun sık sık dile getirilmesi nedeniyle HDP tabanında kenetlenmeye yol açması da etkili olmuştur.
Dilerim ve umarım –HDP de dahil -tüm siyasi partilerin yöneticileri, HDP ve HDP seçmeni ile ilgili söylem ve kararlarını bir kez daha gözden geçirir. Gözden geçirmezlerse; birkaç partinin oy kaybetmesi ve merkez sağ bir partinin siyasi yaşamımıza girmesi kaçınılmaz olur.
Benden söylemesi…