HER 6 MAYIS GÜNÜNDE
15 yaşıma girdiğim ilk günlerden bu yana her 6 Mayıs gününde içim çok acır benim.
O günlerde ülkemiz, en sancılı yıllarından birini yaşıyordu çünkü.
Bir kaç gün önce Deniz GEZMİŞ, Yusuf ASLAN ve Hüseyin İNAN hakkında verilen idam cezaları, İsmet İNÖNÜ ve bir kaç parlamenterin onca direnmelerine karşın Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Cumhuriyet Senatosu’nda onaylandığı gibi Cumhurbaşkanı tarafından da onaylanarak yürürlüğe girmişti.
Taraflı tarafsız herkes tedirginlik içinde bekliyordu. “İdamlar gerçekleşecek mi?” yoksa “Son anda vazgeçilecek mi?” diye.
İdamların olmaması için her gün dua eden annemle akşam konuşmuştuk. “Yarın Hıdırellez Günü korkmayın, idam edeceklerse de bu gece idam etmezler” diyerek teselli etti beni ve kardeşimi.
5 Mayıs 1972 akşamı yatağıma,”İDAMLARIN GERÇEKLEŞMEMESİNİ DİLEYEREK” girmiştim. Ne de olsa ertesi gün dileklerin dilendiği “6 Mayıs-HIDIRELLEZ GÜNÜ” diye.
Her zaman olduğu gibi 6 Mayıs sabahı da erkenden kalktık. Kahvaltımızı yapıp okulumuza gideceğiz.(O zaman Cumartesi günleri de, yarım gün okul vardı) Annem soframızı hazırlamış, radyomuzu açmış. Çocuklarıyla oturup ağız tadıyla kahvaltısını yapacak ve radyonun ilk haberlerini dinleyecek.
Haberlerin başlamasıyla dünya başımıza yıkıldı.
İlk haber “Deniz GEZMİŞ ve 2 arkadaşı idam edildi” olunca bizi babasız büyütecek kadar güçlü annemin, elinden kan çekildi sanki. Elindeki çay bardağı yere düşüverdi ve gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Kardeşim ve ben de öylece kalakaldık. Hüzün dolu, ürkek bakışlarla.
Onların cansız bedenlerini düşündük belki de. “Onların bir daha kahvaltı yapamayacakları” da aklımız gelmiş olmalı ki kahvaltımızı yapamadık.
Dakikalar sonra, ilk kez annem, ağlamaklı bir sesle konuştu, ilk cümlesi
-Okula gitmek istemiyorsanız bugün gitmeyin, oldu. Oysa annem biz hastayken bile okula gitmeye yönlendiren biriydi. Şimdi düşünüyorum da, “Demek ki benim annem, okuma-yazma bilmeyen bir köylü kadını olsa da, en azından 1972 yılı 6 Mayıs’ından beri psikoloji bilen biri.”
O günden sonra ben, 6 Mayıs günlerine yaklaştıkça hep o günkü gibi hüzünlenirim.
Her Hıdırellez Günü gelişinde; üniversitede okuduğum yıllarda yazdığım ve “Saygıyla dursak önünde/Denizler ayağa kalksa/Her 6 Mayıs gününde/Denizler ayağa kalksa” diye başlayan şiirimle dilekte bulunurum.
Yıllardır; “Küçücük bir tohumdan ulu bir ağaç yaratan Tanrı; babası yaşındaki insanların “3’e 3″ sloganları arasında darağacına yolladığı, ne haram yiyen ne cana kıyan, en büyük suçları ülkelerini çok sevmek olan 3 fidana neden can vermesin?” düşüncesinden arınamadım çünkü.
“Deniz GEZMİŞ, Yusuf ASLAN ve Hüseyin İNAN idam edilsin” diye o günlerde çok çalışan(!) bir milletvekilimiz, yıllar sonra, Nokta Dergisi’nin yaptığı bir söyleşide, utanmadan “Onların her gün bir kaç insan öldürdüğünü sanarak idamları yönünde oy verdiğini” ve “Şimdi yargılansalardı en fazla 15 yıl ceza alacaklarını” söyleyebiliyordu.
İşte ben bunu içime sindiremiyorum.
Çoluk çocuk sahibi kocaman insanlar(!), çocukları yaşındaki 3 fidanı, acımadan darağacına yollayabiliyor demek.
İnsan canı bu kadar ucuz mu? İdam cezasını verenler ve onaylayanların çoğu artık yaşamıyorlar.
Benim en çok merak ettiğim şey; acaba onlar için idam cezası verenler ve onaylanması için gözü kapalı çalışanlar, “Bu devleti kuran 2. adamın(İsmet İNÖNÜ), devleti yıkacak güce eriştiklerine inanmadığı için idamlarına karşı çıktığı bir ortamda, biz nasıl oluyor da idamlarına onay veriyoruz?” diye düşündüler mi?
Acaba yaşadıkları sürece aynaya baktıklarında hiç utandıkları oldu mu? Acaba düşlerinde yakalarına yapışan 3 fidan oldu mu?
İdam cezasından her söz açıldığında yıllar önce okuduğum bir yazıyı anımsarım.
Çinli bir düşünürün, Engizisyon Mahkemeleri varken Avrupa’ya yolu düşer. O sırada idam edilecek biri için hazırlıklar yapılmaktadır. Çinli bakar ama bir şey anlamaz. Yanında duran adama;
-Bu hazırlıklar neden yapılıyor? diye sorar ve
-Biraz sonra bir suçluyu asarak öldürecekler, yanıtını alınca
-Adam, zamanı gelince zaten ölecek, bıraksalar da suçunun gerektirdiği cezasını çekse, diye söylenir. Ben de aynı düşüncedeyim.
İdam cezasına oldum olası karşı olanlardan biriyim. Hata yapılıyorsa geri dönüşü olmuyor çünkü. Üstelik idam edilen ölüp aramızdan ayrılırken kalanlar onun acısına katlanmak zorunda kalıyor.
Bu durumda cezayı kim çekiyor acaba? Ölen mi, kalan mı?
Deniz GEZMİŞ, Yusuf ASLAN ve Hüseyin İNAN, tarihteki yerlerini aldıkları için onların kişilikleri, düşünceleri ve onurlu yaşamları için fazla bir şey yazmak istemiyorum. (Ancak ölüme giderken ailelerine yazdıkları mektupları okumayan kaldıysa okumasını önerebilirim.)
O yıllarda 15 yaşına yeni bastığım için olsa gerek Deniz GEZMİŞ(25) Yusuf ASLAN(25) ve Hüseyin İNAN(23), benim gözümde yetişkin sayılabilecek insanlardı. Onların idam edildikleri yaşlara geldiğimde, “çok genç yaşta” şimdiki yaşımda ise “çocuk denilecek kadar genç yaşta, delikanlılıklarının ilk yıllarında idama gönderildiklerini” düşünüyorum.
O yaşta idam sehpalarını kendileri devirecek kadar korkusuz, ölüme meydan okuyacak kadar yürekli, kısacık ama onurlu yaşamlarıyla aramızdan başları dimdik ayrılan o gencecik insanlar için o kadar çok şey yazıldı, o kadar çok şey yazılabilir ki.
Aklımıza her düştüklerinde her biri için Can YÜCEL’in kalemi ve Can YÜCEL’in ağzından “AŞK OLSUN SANA ÇOCUK, AŞK OLSUN” demekten başka ne diyebiliriz ki?(05.05.2011)