27 Kasım 2024
Ramazan Kara

Aşağıdaki yazı, 2018de; CHP Mersin İl Örgütünün “Seçim Sonuçlarını Değerlendirme Toplantısı” yapılırken yapmış olduğum, 23 dakikalık konuşma metninin tamamıdır.

O günden bu yana, nelerin değişip değişmediğine, bu uzun yazımı okuyun ve siz karar verin.

Büyük ağabeyimin öğretmen olmasının da etkisiyle, 12 yaşımdan beri gazete okurum. Politik olayları da, aklımın erdiği ve düşüncelerimin yettiği oranda değerlendiririm.

O zamandan bu yana “Benim işçim, benim köylüm, benim yetimim” “İktidara gelip herkese 2 anahtar vermek ve hesap sormak için sizden ödünç oy istiyorum” gibi söylemlerle Süleyman Demirel, “Ne ezen, ne ezilen. İnsanca Hakça bir düzen” “Gözün aydın Türkiye, Ak güvercin geliyor” gibi söylemlerle de, Bülent Ecevit birkaç kez başbakan oldular.

Turgut Özal “Orta Direk”, Necmettin Erbakan “Adil düzen” söylemiyle iktidara geldi.

Erdal İnönü “Sizi, limon gibi sıkıyorlar” ve “İktidara gelirsek, bunların pisliklerini süpüreceğiz” deyip büyük kentlerin belediye başkanlıklarını, partisinin kazanmasını sağladı.

Recep Tayyip Erdoğan ise “3Y (Yasaklar, Yoksulluk ve Yolsuzluk) Kalmayacak” diyerek iktidara geldi ve 16 yıldır iktidarda.

Yukarıdaki iktidar yolunu açan tüm sloganlar, içerik olarak sosyal-demokrat bir partinin dile getirmesi gereken söylemler. Oysa o söylemlerin çoğu, sağ partiler tarafından kullanılmış. Bir bakıma CHP, tapulu arazisine gecekondu yaptırmış. Şimdi, o gecekondunun boşaltılmasını ve yıkılmasını istiyor. Oysa “Atı alan, Üsküdar’ı geçmiş”

Adalet ve Kalkınma Partisi ile Recep Tayyip Erdoğan’dan rahatsız olanların, sık sık dile getirdiği “Bunları başımıza, Recep Tayyip Erdoğan’ın yasağını kaldırtan Deniz Baykal getirdi. Yoksa adam, muhtar bile olamazdı” söylemi var.

Bu durum bana “CHP, teröristleri meclise taşıdı” söylemini anımsatıyor.

O zaman Adalet ve Kalkınma Partisi’ni, günümüzde Halkların Demokratik Partisi’ni, yasalara aykırı bir durum görmediği için seçimlere sokan Yüksek Seçim Kurulu’dur, Deniz Baykal değil.

“Deniz Baykal olmasaydı, 2002’de; Adalet ve Kalkınma Partisi, tek başına iktidara gelemezdi” denirse, ben de katılırım. Deniz Baykal, Recep Tayyip Erdoğan ile canlı yayına çıkmasaydı; Genç Parti, Anavatan Partisi ve Doğru yol Partisi de barajı aşardı.

O açık oturumda, her iki lider de “Yoksulluğu yok etmekten, Yolsuzluğun kökünü kazımaktan, Yasakları ve milletvekillerinin dokunulmazlığını kaldırmaktan” söz etti.

Onları dinleyen merkez sağ seçmenlerin, en az %10’u “Tansu Çiller ve Mesut Yılmaz hırçın. Deniz Baykal, yıprandı ve hizipçi. Cem Uzan, iyi şeyler söylese de, siyasi deneyimi az. Öyleyse ben oyumu; neden, Deniz Baykal ile aynı şeyleri söyleyen Recep Tayyip Erdoğan için kullanmayayım?” diye düşündü. İktidarı, o açık oturum ve o %10 belirledi yani.

O zaman, muhalefetin en güçlü partisi olan CHP, bu nedenle iktidar olamadı. Tek parti iktidarının, devlet olanaklarını ve yayın organlarını çok iyi kullanması nedeniyle de, o günden sonra, beklenen hamleyi bir türlü yapamadı.

“Peki, bu durumda CHP, ne yapmalı?” dediğinizi duyar gibiyim. O nedenle, yazımın

kalan bölümünde, bu konuya uzun uzun değineceğim.

Ülkemizde, dava partisi olan iki parti var. 9 ışığı olan MHP ve 6 oku olan CHP.

Son yıllarda, MHP yöneticileri, 9 ışıktan çok; Adalet ve Kalkınma Partisi’nin ampulü ve cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın ışığıyla aydınlanma yolunu seçtiği için, ülkemizin dava partisi olarak CHP tek başına kaldı. Buna karşın CHP üyeleri, 6 oktan çok, Olağanüstü Kurultay ile ilgileniyor. Oysa bu partinin sorunu -daha önce de belirttiğim gibi- genel başkanlık sorunu değil gerekli politikaları üretememe ve halka inememe sorunudur.

Bildiğiniz gibi, CHP ambleminde “Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Laiklik, Devletçilik, Devrimcilik” olan 6 ok var.

Ben, bu yazımda; öncellikle, Devletçilik ve Halkçılık ilkelerine değinmek istiyorum.

İnsanlar, tek başlarına “eğitim, sağlık, haberleşme ve güvenlik hizmetlerini çözemedikleri için” devlet kurma gereği duymuşlardır.

Halkçılık, “Vatandaşların boyunu aşan hizmetlerin, devlet tarafından yapılması” demektir.

Bunları göz önünde bulundurarak, “Özel Eğitim Kurumları, Özel Hastaneler, Özel Güvenlik Şirketleri” bulunan ve Haberleşmenin özelleştirildiği bir ülkede CHP iktidar olabilir mi?” diye sorsam, haksız mıyım?

Konuyu, biraz daha açmam gerekirse “Eğitim, Sağlık, Güvenlik hizmetleri; tamamen ücretsiz olacak, haberleşme hizmetleri için de, ücretsiz olan belli bir kota sağlanacak. Üstelik bu hizmetlerin tamamı, devlet tarafından yapılacak” demeyen bir CHP, iktidar olabilir mi? Ya da, bunları dile getirmeyen bir CHP yönetimi, 6 okun gereğini yerine getirmiş olabilir mi?

CHP tarafından, cumhurbaşkanı adayı olarak gösterilen; Sayın Muharrem İnce, seçim kampanyası boyunca “Apolet sökme” ve “Miting alanlarında, fenalaşan insanlarımız için; Recep Tayyip Erdoğan, kafasına su dökülmesini istiyor. Oysa ben, doktor gönderiyorum” polemiğini ön plana çıkararak beni, haklı çıkarmadı mı?

CHP yönetimi ve Sayın Muharrem İnce; Kaçak Kullanım Bedeli, Bankaların aldıkları harçlar (daha doğrusu, haraçlar), TRT için ödenen paralar, Hizmet bedeli olarak alınan haksız ücretler” konusuna değindikten sonra -az önce de yazdığım gibi- “Eğitim-sağlık-güvelik hizmetlerinin tamamı ücretsiz olacak ve haberleşme ücretlerinin belli bir kısmı devlet tarafından ödenecek” dedi de, vatandaşlar oy vermedi mi?

Seçim kararı alındıktan hemen sonra ben, önce “Recep Tayyip Erdoğan, ilk turda kazanabileceği gibi, ikinci tura kalamayabilir de. En oynak taban, onun tabanı çünkü. Sonucu, CHP değil; Muharrem İnce, Meral Akşener ve Temel Karamollaoğlu’nun performansı belirleyecek”, daha sonra “Muharrem İnce’nin, çok uzattığı Apolet polemiği en çok, cumhurbaşkanı adayı Recep Tayyip Erdoğan’ın işine yarıyor” diyerek haklı çıkmadım mı?

Seçimlerden birkaç gün sonra, bir televizyon kanalına çıkan Sayın Muharrem İnce “Benim de hatalarım oldu. Mesela, Apolet Polemiğini çok uzattım” dedi.

Kampanya boyunca, Sayın Muharrem İnce’ye danışmanlık yapanlar ve olağanüstü bir kurultayda, yönetimde görev almayı umanlar; bu konuda Muharrem İnce’yi neden uyarmadılar? Hatayı göremediler mi? Yoksa, gördükleri halde dile getirmediler mi?

Ben, bunları ve buna benzer şeyleri yazınca; CHP üyesi veya taraftarı olan dostlarım, hemen “Sen, CHP hakkında böyle bir yazıyı nasıl yazarsın?” ya da “Sen CHP üyesi misin?” türü sorular sormaya başlıyor.

Benim, CHP üyesi olmam veya olmamam kimseyi ilgilendirmez. Bu bir.

İkincisi, 40 yıllık öğretmen ve 15 yıllık gazeteci-yazar olarak “Devrimcilik” ve “Halkçılık” ilkesi de bulunan bir CHP için, düşündüklerimi yazmak benim; CHP kurucusu ve ilk genel başkanı olan başöğretmenim Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e karşı hem görevim, hem de onun omuzlarıma yüklediği ağır bir sorumluluktur.

Beni eleştirenler, CHP’yi iktidara taşımak için ne yaptı acaba?

Tarım ve Hayvancılık için çok elverişli bir ülke olmamıza karşın, dışarıdan tarımsal ve hayvansal ürünler alıyoruz. 6 sıfır atıldığı halde 1 dolar, 5 lirayı geçti. Çocuklarımızı ve gençlerimizi, doğru dürüst bir sınavdan geçiremiyoruz. Üniversite mezunları başta olmak üzere, genç nüfusun büyük bir bölümü işsizken emeklilik yaşını düşürmüyoruz. Kadınlarımız çalışma oranı çok düşük. Tüm bunlara karşın bir ana muhalefet partisi iktidara gelemiyorsa, bu konuda çok şey söylemek bile, hiçbir şey söylememek kadar az kalır.

CHP yönetimi, iktidar olmak ve ülkeyi yönetmek istiyorsa; öncelikle, Atatürk’ün söylediği “Köylü milletin efendisidir” sözünün içini doldurmalıdır. Bunun için, dışarıdan tohum, sebze, meyve, damızlık hayvan, et alan iktidarı -edebi söylemlerle- sürekli eleştirmek yerine; yönetimde olduğu belediyeler kanalıyla, yerli tohum ve damızlık hayvan üretmeli, ürettiklerini de, ihtiyaç sahiplerine, ya ücretsiz veya maliyetine vermeli, sonra da vatandaşın emeğinin karşılığını alması için pazar ortamı yaratmalıdır. Yerli tarımın ve hayvancılığın, yeniden gelişmesi ve dış alımın bitmesi için sorumluluk almalıdır yani.

Tuz tüketmek yerine, Tuz Gölü çevresindeki, tuzlu toprak ve tuzlu suyla yetişen otları yiyerek beslenen hayvanlar üretilerek yeni bir pazar oluşturulabilir. Ayrıca kanser olmayan tek canlı türü olan keçilerin, ülkemizde bulunan “Honamlı Keçisi, Sarı Keçi, Kara Keçi, Ankara Keçisi, Tiftik Keçisi” gibi türlerinin üretimi arttırılır. Böylece hem ülkemizde yeteri kadar keçisel ürün tüketilmesi, hem de Dünya piyasasına pazarlanması sağlanabilir.

Geleneksel hayvancılığımızı sürdüren yörüklerle konuştuğumuzda “Biz, devletten herhangi bir teşvik istemiyoruz. Göç yollarımızda, engeller çıkarılmasın. Hayvanlarımızı, paralı veya parasız otlatabileceğimiz alanlar yaratılsın. Göç yollarımız belirlensin yeter” diyorlar.

CHP’li belediyeler, tarım ve hayvancılıkla uğraşanlara; yukarıya yazdığım olanakları sağlarsa, onlar da “Belediye yönetiminde, bunu yaptıklarına göre ülke yönetiminde neler yapmazlar?” diye düşünmeye başlayacaktır. Yerel yönetimler, diğer hizmetlerde de olumlu izler bırakırsa CHP iktidara kolayca gelecektir. Hepinizin bildiği gibi; yerelde iktidar olmak, ülkede iktidar olmanın önünü kolayca açacaktır.

Atatürk’ün, bir çok ülkeden önce kadınlara tanıdığı, seçme ve seçilme hakkının gereğini yerine getirmek için; CHP milletvekili listeleri hangi yöntemle yapılırsa yapılsın, merdiven sistemi uygulanarak kadın-erkek eşitliği, mutlaka sağlanmalıdır.

Atatürk’ün, Türkiye Cumhuriyeti’ni gençliğe emanet ettiği, göz önüne alınarak; milletvekili listelerinde, seçilebilecek genç sayısı arttırılmalıdır.

Gençlere, iş olanağı yaratmak için; gerekirse, öğretmenler için uygulanan sabahçı-öğleci uygulaması, diğer memurlar için de uygulanmalıdır. Böylece, hem gençlere iş olanağı yaratılmış olur, hem de devlet kurumlarının tamamı, vatandaşa kesintisiz hizmet vermiş olur.

“10 yılda 15 milyon, genç yarattık her yaştan” sözünü söyleyenler, o başarıyı; çocuk denilecek yaştaki Reşit Galip’i Milli Eğitim Bakanı yaparak sağladılar. Biz, ne yaptık?

1970’li yıllarda, bir televizyon kanalının canlı yayın konuğu olan Süleyman Demirel “CHP gençlik kolları benim partimde olsa ömür boyu iktidar olurum” demişti.

CHP, epeydir genç politikacılar çıkaramadığı için bu partiyi, yıllarca Bülent Ecevit döneminde yıldızı parlayan gençler yönetti. Onların büyük bir bölümü, yaklaşık olarak 40 yıl, ülke genelinde ve CHP içerisinde politika yaptılar. Peki onların çoğu, yerlerine “Babalarından sonra milletvekili seçilen çocukları” dışında kimi yetiştirdiler?

CHP üyelerinin bir kısmı “Parti, olağanüstü kurultaya gitsin ve yönetim değişsin” bir kısmı da “Geçitte at değiştirilmez. Bu yönetimle, yerel seçimlere de gidilsin” diyor. Her iki durum da, bu partiye zarar veriyor. Bu zarar, önümüzdeki günlerde daha da artacak gibi.

Yıllar önce, partisinin, yerel yönetimlerdeki başarısını arkasına alan Erdal İnönü; belki SHP’yi, tek başına iktidara taşıyacaktı ama önce İSKİ skandalı, sonra Deniz Baykal’ın bitmek bilmeyen “Olağanüstü Kurultay” istekleri nedeniyle politikayı bıraktı.

O dönem “Partinin başına Deniz Baykal gelsin” diyenler, daha sonra “Deniz Baykal gitsin. Kemal Kılıçdaroğlu gelsin” demeye başladı. Aynı kesim olmasa da, partinin neredeyse yarısı şu anda “Kemal Kılıçdaroğlu ile bu iş yürümez. Partinin başına, seçimde, büyük başarı sağlayan Muharrem İnce gelsin” diyor.

Oysa, cumhurbaşkanlığı seçimi, ikinci tura bile kalmadığı için ortada, bir seçim başarısı yok. Bu başarısızlığın dört önemli nedeni var.

Birincisi, 7 Haziran seçimlerinde, laf yetiştirmek yerine halkın sorunlarına dönük söylemler dile getirilince, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin, %9 oy yitirdiği bilindiği halde, Sayın Muharrem İnce ve diğer cumhurbaşkanı adayları, cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a laf yetiştirmeyi tercih ettiler.

İkincisi, muhalif cumhurbaşkanı adayları; sanki seçim, ikinci tura kalmış gibi birbirleri için “Körler, sağırlar birbirini ağırlar” türü söylemleri dile getirdiler.

Üçüncüsü, %6 civarında olan Saadet Partisi seçmeni “Nasıl olsa, bizim adaylarımız, CHP listesinden seçilecek. Öyleyse biz, CHP lehine neden, oy kullanalım?” deyip oyunu, Cumhur İttifakı için kullandı. İyi Parti’ye gelebilecek oyların, neredeyse yarısı da “Meral Akşener, Selahattin Demirtaş’a özgürlük istiyor” söylemi ve “Ya seçimi, solcu olan Muharrem İnce kazanırsa” endişesi nedeniyle, Cumhur İttifakı’na gitti.

Dördüncüsü de, muhalif cumhurbaşkanı adayları, Cumhurbaşkanlığı Sistemini uygulamak yerine Parlamenter Sisteminin sürmesini istedikleri halde, Cumhurbaşkanlığı Sistemini uygulamaya dönük söylemlerini öne çıkardılar. Bu da, kimi seçmenlerin “Seçim ikinci tura kalacağına, ilk turda eski cumhurbaşkanı seçilsin” düşüncesiyle oy vermesine neden oldu.

CHP, bundan sonraki seçimlere; daha önce Süleyman Demirel’in yaptığı gibi, ödünç oy isteyerek, tek başına girsin. “Cumhurbaşkanlığını ve parlamentoda çoğunluğu kazanabilmemiz için oylarınızı, bize ödünç olarak verin. Biz de; siyasi partiler yasasını, seçim barajı sıfır olacak şekilde değiştirelim. Ondan sonra; barajsız girilecek bir seçimle 100 temsilciden oluşacak bir Anayasa Yapma Meclisi oluşturalım. Bunun için, her parti; merkez yoklamasıyla 100 aday göstersin ve partiler, aldıkları oy oranı kadar temsilci kazansın. O 100 temsilci, yeni bir anayasa yapsın.” önerisiyle önce iktidara gelsin.

Sonra, anayasa değişikliğini sağlasın. Her anayasa maddesini, o alanda uzman olan milletvekilleri bir araya gelerek yapsın ve çoğunluk, orada bulunanların oranına göre sağlansın. Söyle ki; eğitimle ilgili bir anayasa maddesi yapılırken, yalnızca eğitimci vekiller çalışsın. Çoğunluk da onların sayısına göre belirlensin, 100 kişilik temsilciye göre değil.

“Olağanüstü Kurultay” konusuna yeniden değinmek gerekirse; ya parti yönetiminde önemli değişiklikler yapmalı ya da zaman yitirmeden, olağanüstü kurultaya gidilmeli ve her iki kanadın da itiraz edemeyeceği biri “Yerel seçimlerden sonra partiyi, olağanüstü kurultaya götürmek koşuluyla” genel başkanlığa getirmelidir. Bu, bir parti büyüğü “Ağabey-Abla” orta yaşlı bir partili “Bacı-Kardeş” ya da Yunanistan’da olduğu gibi genç bir “Evlat” olabilir.

Başka partilerden transfer edilerek kontenjan adayı gösterilecek olanlara; önce hangi ilden seçilmek istediği sorulup, sonra o ilden seçilen milletvekili sıralamasının sonuna konulması sağlanmalıdır. Bir bakıma, madem ki tabanın var. Öyleyse, ilk sıradan adaymış gibi çalış ve seçilip gel” mesajı verilmelidir. Ancak, genel başkanın mutlaka çalışmak istediği politik tabanı olmayan çok önemli biri için, tüzüğe yazılacak sınırlı sayıda kontenjan hakkı olabilir.

Partide, propoganda yapacak olanlar ve seçim görevi alacak olanlarla ilgili bağımsız bir birimi oluşturulmalı. O birimde çalışanlar, profesyonel hizmet vermeleri için sürekli eğitimden geçirilmelidir. Söz konusu elemanlar, duruma göre maaşlı da olabilir.

Toplanacak ilk kurultayda, parti üyelerine; yerel veya ülke yönetimi alanından hangisini seçerse, o alanda eğitim verilmeye de başlanmalıdır. Böylece; ülkeyi yönetmek isteyen cumhurbaşkanı ve milletvekili adayı olacaklar ile belediyeleri ve mahalleleri yönetecek olanlar kendi alanlarında yeterli bilgiyle donatılmalıdır.

Bu önerimin asıl amacı, aday adayı olacaklara, en başta milletvekili mi, muhtar mı, yoksa belediye başkanı mı, meclis üyesi mi olacakları konusunda tercih hakkı verilmesi, daha sonra o tercihi dışında aday adayı olmasının önü kesilmesidir. Milletvekili aday adayı olan kazanamayınca belediye başkanı, aday adayı ya da tam tersi olamamalı yani.

İki alandaki yönetim şekli çok farklı. Belediye başkanı, başkan olduğu yeri, emrindeki müdürlerle ve diğer çalışanlarla, emir vererek yönetirken cumhurbaşkanı ve bakanlar kurulu ülkeyi, yerine göre yabancı ülkelerle anlaşarak yönetmek zorunda kalıyor çünkü.

Cumhurbaşkanımızın, parlamenter sistem yerine getirdiği Cumhurbaşkanlığı Sistemi ve dış ülkelere karşı “Eyyyy!” diye başlayan söylemlerinin nedeni de, eski bir belediye başkanı olmasıdır.

Yeniden CHP adaylarına dönecek olursak; aday adaylarının, yapılan son seçimden hemen sonra belirlenmesi ve ilk seçimde, onların; yapmış oldukları alan çalışmaları da göz önünde bulundurularak, tüm parti üyelerinin katılacağı bir önseçim veya o bölgede yaşayan ve oy kullanmak isteyen tüm seçmenlerin oylarıyla aday belirleme çalışması yapılmalıdır.

CHP, yukarı da da belirttiğim gibi bir dava partisi olduğu için; adaylar belirlendikten sonra küsüp partiye, zarar verecek gereksiz eleştiriler yapmak yerine yapıcı eleştiriler ve çözüm önerileri dile getirilmelidir.

Çok önemli ve gerekli olan, bir başka şey de; Eğitim-öğretim alanındaki bina ve öğretmen yetersizliğini giderme ve buna bağlı olarak, atanamayan öğretmenlerin atanması yönünde içi dolu söylemler dile getirlilmesidir. CHP yönetimi, birikimlerimden yararlanmak isterse; hiç bir siyasi beklentisi olmayan ben, ülkemizin eğitim sorununu 6 ayda çözerim.

Şu anda; eğitim fakültesi çıkışlı, bölüm mezunu ve başka üniversite mezunu olan öğretmenlerin yanında; devlet memuru, sözleşmeli memur, sezon boyu veya günü birlik ders ücreti karşılığı öğretmenlik yapanlar var. Eğitimcileri bu şekilde çalıştırmak çok verimliyse, diğer alanlarda da aynı yöntem uygulansın.

Adam, yıllar önce çıkıp “Bir toplum, eğitime verdiği önem kadar gelişir” demiş. Bizim eğitime verdiğimiz değer de, gelişmişlik düzeyimiz de ortadayken; Ana muhalefet partisinin sözcülerinin asıl görevi, bunları dile getirmek midir? Yoksa, Recep Tayyip Erdoğan başta olmak üzere, ülkeyi yönetenlere laf yetiştirmek midir?

Laf yetiştirmeden durulamıyorsa “Yol yapmak ve hastane yapmak, zorunlu hizmetlerdir. Bunları yapılamazsa özür dilenir ama yapılınca övünülmez. Yoksa ortaya, öğrencilerine okuma-yazmayı öğreten bir öğretmenin, bununla övünmesi gibi bir durum çıkar. Bir öğretmenin okuma-yazma öğretmesi ne kadar doğalsa, devleti yönetenlerin yol ve hastane yapması da o derece doğaldır yani” ya da “Yeşil Kart uygulaması getirmekle övünüyorsunuz ama yeşil kart vermek için bir sürü evrak istiyorsunuz. Oysa bu devlet, 1970’li yılların ortasına kadar vatandaşlara, muhtarlıklardan verilen fakirlik ilmühaberi ile ücretsiz özellikle sağlık hizmeti verdi. O vatandaşlardan, herhangi bir ilaç veya ameliyat ücreti de alınmadı” denilebilir.

Geçmişte yapılan hizmetlerin teknolojik nedenlerle daha yavaş verildiği dile getirilip, kurulan bilgisayar ağları ve randevulu hasta sisteminin getirilmesi takdir edildikten sonra “Ancak, randevu almayı bilmeyen vatandaşlar için belli kolaylıklar sağlanması, alınan muayene ve ilaç paralarının kalkması, hasta ve yolcu garantisi verilmemesi gerekir. Bu konuda yasal düzenleme yapmak isterseniz biz de destek olacağız” denilebilir.

Bu konuda hiç bir şey yapılmıyorsa da, vatandaşa “Şunlar iyi, şunlar kötü. Kötü olanları, şu şekilde iyileştirmek için oy istiyoruz” şeklinde propaganda yapılabilir.

Yoksa vatandaş “Geçmişte, paramız olmadığı için hastalarımıza ilaç alamıyorduk. İlaç alacak paramız olduğu halde, eczanelerde ilaç bulamıyorduk. Ölülerimiz, hastahanelerde rehin kalıyordu” der durur.

Vatandaşla konuşurken, yalan-yanlış söylemlerini, sonuna kadar dinlemezsen, o vatandaşı ikna etmen olanaksızdır. Bu nedenle ben, senelerdir, herkesi dinlerim. Kafama yatmayan veya yanlış bir şey söyleyen vatandaşa karşı, söze “Haklısın ama” diye başlarım ve doğru olanı söylerim. O anda “Haklısın ama” demem, karşıdaki vatandaşın beni, anlamaya çalışarak dinlemesinin, bana hak vermesinin önünü açar çünkü.

CHP yetkililerinin, en erken zamanda ; tüm ücretlerin, asgari ücret baz alınarak belirlenmesi yönünde “Milletvekili maaşı 5, cumhurbaşkanı maaşı 10, asgari ücret olarak ödenir” gibi bir yasa teklifi vermesi de gerekir. Ücret sistemi, adil ve mantıklı olmayan bir devlet sosyal devlet olabilir mi?

Yazımın girişinde de söylediğim gibi; CHP, sosyal-demokrat söylemlerle iktidar olabilir, eleştirerek değil. Sosyal-demokrat söylemleri halka benimsetmenin yolu da, o halka sınıf bilinci vermekten geçer. O halkın oylarından sonra “Aziz Nesin, az bile söylemiş” deyip hakaret etmekten değil.

“Bir kaç yıl öncesine kadar, Atatürk ile ilgili, olumsuz bir şey söylenmesine asla izin vermeyen halk, Atatürk ve ailesi ile ilgili abuk sabuk şeyler söylenirken neden susuyor?”

CHP yöneticileri, bu toplumsal yaranın nedenini araştırmali ve o yarayı iyileştirmelidir.

Şu anda, ülkemizde, sosyal-demokrat bir partinin; parlamentoda -tek başına- çoğunluğu sağlaması için her şey var ama halkın oyunu almak için gerektiği gibi çalışan bir parti yok.

Bir düşünür “Halk, çocuk gibidir” diyor. Bence de öyle. Halk, geleceğimiz olan çocuklarımız gibidir. Çocuklarımız, doğduklarında ne kadar saf ve temizse halk da, o derece saf ve temizdir. Çocuklarımızın; konuşması, yürümesi, okuma-yazma öğrenmesi için nasıl bir emek veriyorsak ve sabırlı oluyorsak halkı bilinçlendirmek için de öyle davranmalıyız.

Bunu yapmazsak ve halkımızı, cehalete teslim edersek, toplum olarak ileriye gitmemiz mümkün değildir. Cehalet, dünyadaki en örgütlü ve en tehlikeli güçtür çünkü.

Halkın eğitilip bilinçlendirilmesi için yazdıklarım, yalnızca CHP için değil siyasi partilerimizin tamamı için geçerli ve “Bu halkın %60’ı aptal değil” demek içindir. Kurtuluş Savaşı’nı yapan da bu halktır. Siz Atatürk olursanız bu halk, her türlü cehaleti yenecek kadar güçlü olur.

Yeter ki, halka güven ve bilinç verelim. Onlara yapamayacağımız şeyleri, asla söylemeyelim.

Bir düşünür, yıllar önce “Ya dediğini yap, ya da yapabileceğin şeyi söyle” demiş. Ülkemizin, pek çok sorunu varken CHP yetkilileri, eleştiriyi ön plana çıkarmak yerine, halkın ayağına giderek; önce halkın sorunlarını dinlesin, sonra bu konuda neler yapacağını söylesin.

“Hep sen konuşursan, hiç bir şey duyamazsın” demişler. Parti yöneticileri ve milletvekilleri de hep konuşmak yerine, biraz da dinlesinler.

Yıllardır CHP toplantılarına katılan biriyim. Toplantılarda genellikle, önce o toplantıyı düzenleyenler, daha sonra; milletvekilleri, il başkanı ve partinin ileri gelenleri konuşur. Halkın konuşması başladığında, önce konuşanların çoğu başka bir toplatıları olduğu için oradan ayrılır. Toplantı uzar, katılım sayısı düşer ve sonlara doğru halk, kendi kendine konuşur sanki.

04.08.2018 tarihinde, CHP Mersin-Yenişehir örgütünün, seçim sonuçlarını değerlendirme toplantısı vardı. Ben de katıldım.

Toplantıda konuşan, CHP il başkanı Adil Aktay, konuşmasının bir yerinde “CHP olarak, %50’nin üstünde, oy almamız için ne yapmalıyız? Öncelikle, bunu konuşmalıyız” deyince, -yukarıya yazdıklarımı ve süremin yettiğince, diğer önerilerimi içeren bir konuşma yapmak için ben de adımı yazdırdım.

“40 yıllık eğitimci ve 15 yıllık gazeteci-yazar olarak; eleştiriden çok çözüm yollarının öne çıkacağı, bir kaç dakikalık bir konuşma yapacağım. Söyleyeceklerimin çoğu, ilk kez duyacağınız şeyler olacağı için beni, dikkatle dinlemenizi istiyorum.” diyerek başladığım ve yukarıya yazmış olduğum düşüncelerimle süslediğim “Söylediklerimi, duyanlar duymayanlara anlatsın” sözleriyle de bitirdiğim bir konuşma yaptım. Çok olumlu tepkiler de aldım.

Toplantı bittikten sonra, toplantıya katılımın az olduğunu anımsayıp “Bu partinin yöneticileri, iktidar olmak istiyor mu?” ve “İktidar olmak istiyorsa, bu haliyle iktidar olabilir mi?” diye uzun uzun düşündüm.

Aynı gün, iki ilçenin daha değerlendirme toplantısı olduğu için; toplantıya katılan il başkanı ve üç CHP Mersin milletvekili, diğer toplantılara da katılmak için salondan, erken ayrılmak zorunda kaldılar. Böyle bir toplantı; vatandaşların düşüncelerini rahatlıkla dile getirebilmesi için gerekirse gün boyu sürecek şekilde planlansaydı keşke.

Gerçi o günkü toplantıyı, CHP Yenişehir ilçe başkanı “Saat, kaç olursa olsun herkesin konuşmasını, sonuna kadar dinleyeceğiz” diyerek açtı. Her konuşmacıyı da dikkatle dinledi.

Buna karşın, nedeni ne olursa olsun ben “başka bir ilçede de, değerlendirme toplantısı olduğu için” milletvekillerinin, toplantı bitinceye kadar orada bulunmayışını çok yadırgadım.

Ortada, müvekkilini dinlemeyen bir avukat durumuna, düşmüş veya düşürülmüş üç milletvekili vardı çünkü. Bir avukat, müvekkilinin şikayetini dinlemeden dava kazanabilir mi? Elbette kazanamaz. Bu nedenle CHP yetkilileri, zaman yitirmeden; önce halkın rahatça konuşmasının ve sorunlarını anlatmasının sağlanacağı, yöneticiler veya milletvekilleri de konuşmak isterse, konuşmalarını en sonra yapacakları toplantılar düzenlemelidir.

CHP toplantılarında, genellikle; başlar konuşuyor, gövde ve ayaklar ya çok az konuşuyor , ya da konuşmaları fazla dikkate alınmaz. Üst düzeyde bulunanlar, dinleyip anladıktan sonra anlatmak yerine, bir şeyler anlatıp giderler. Toplantılar, belirlenen saatten geç başladığı için, o anda katılmış olduğu toplantı bitmeden başka bir toplantıda da konuşmak ister çünkü.

Bu nedenle, -kendilerine önem verilmediğini hisseden üyelerin, büyük bir çoğunluğu bu tür toplantılara katılmıyor, seçmenin de %15’i oy kullanmıyor.

Bu seçmenleri, sandığa götürmenin ve oylarını almanın en kolay yolu, CHP olarak; Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Kurtuluş Savağı ruhunun oluşturduğu parti programlarında gerekli güncellemelerin bir an önce yapılmasıdır.

Bu sağlanmazsa ben, az önce de söylediğim gibi; “Bu parti, gerçekten iktidar olmak istiyor mu?” ve “İktidar olmak istiyorsa, bu haliyle iktidar olabilir mi?” diye uzun uzun düşünmeyi sürdürürüm.