27 Kasım 2024

 

Ramazan Kara

Cumhuriyetin ilk yıllarından 1950 yılına kadar bayram olarak kutlanan Lozan Antlaşmasının yıldönümünde, her yıl olduğu gibi bu yıl da, çoğu yanlış bilgilere dayanan eleştiriler ön plana çıktı.
Erzurum Kongresi kararları, 23 Temmuz 1919 tarihinde alındı. Lozan Antlaşması, 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalandı.
Acaba “Dün karar aldık. Bugün kabul ettirdik” mi denilmek istendi?
Hatay, anavatana 23 Temmuz 1939 tarihinde katıldı. Bu önemli günün, Erzurum Kongresi ile aynı güne denk gelmesi, rastlantı mı? Yoksa özellikle mi denk getirildi?
Keşke, “18 Temmuz günü imzalanabilecek antlaşmanın neden Erzurum Kongresinin yıldönümünden bir gün sonra imzalandığını” konuşup tartışsaydık.
Olmadı, olamadı.
Her yıl olduğu gibi bu yılda, 12 Adalar konusunda, Uşi Antlaşması ile Lozan Antlaşmasını karıştıran açıklamalara tanık olduğumuz için o konuya da açıklık getirmek istiyorum.
12 Adayı, 1912 yılında yapılan Uşi Antlaşması ile kaybettik.
Uşi, Lozan şehrindeki bir semtin adıdır.
Kurtuluş Savaşından sonra imzalanan ve Türkiye Cumhuriyetinin tapu senedi olan Lozan Antlaşması imzalanmadan önce, kimi kaynaklar; Uşi, Lozan’ın bir semti olduğundan dolayı 1912’de imzalanan Uşi Antlaşmasını “Lozan Antlaşması” olarak yazdığı için gerçek bilgi sahibi olmayanlar, yanlış şeyler söyleyebiliyor.
Keşke herkes, Lozan Antlaşmasının tüm maddelerini okuyup ona göre konuşsa.
Lozan Antlaşması imzalandıktan sonra hiç bir kaynak, Uşi Antlaşması için “Lozan” diye yazmamıştır çünkü.
Ülkemizi ilgilendiren önemli olaylar ve konularla ilgili, bilip bilmeden neredeyse herkesin bir şeyler söylediğine tanık olunca, eğitim sistemimizin ne kadar yetersiz olduğunu bir kez daha düşünüp üzülüyorum.
Eğitimli ve kişiliği oturmuş bir birey, bilmediği konuda ahkam kesmez çünkü.
O nedenle -bir kez daha- “Eğitimde önemli olan, zorunlu eğitim yılını ve okul sayısını arttırmak değil, eğitim sisteminin kalitesidir.” diye düşünüyorum.
Söz gelimi, eğitimli ve aklı başında olan biri “30 Ağustos, halkın genelini ilgilendiren bir bayram değil” demez.
Neymiş efendim, o sözü söyleyen belediye başkanının sözleri çarpıtılmış.
Sözleri çarpıtılan biri “Öyle demek istemedim” diye başlayıp “Haddimi ve maksadımı aştım” diye biten bir konuşma yapar.
Yaptı mı? Yapmadı.
Bir açıklama yapılmadığı gibi, ona oy verenler tarafından savunulmaya çalışıldı.
“Adamın sözlerinin muhalefet tarafından çarpıtıldığı” ve “Belediye başkanını muhalefet partilerinin, zor duruma düşürdüğü” yönünde, uzun uzun açıklamalar yapıldı.
Tanıdığım bir kaç arkadaşıma “Aynı sözü, HDP veya CHP üyesi bir belediye başkanı yapsaydı, o kadar hoşgörülü davranır mıydınız?” diye sordum, hepsi “Elbette” diye başlayan yanıtlar verdi.
Ben de, hoşgörülü bir toplumda yaşadığım için çok mutlu oldum ve yaptığım eleştirilerden utandım.
Bir kaç gün önce, Karaburun belediye başkanı; belediye meclisi kararıyla bir belediye şirketine yönetici olup huzur hakkı almıştı.
Olayı duyan CHPliler ayağa kalktığı için belediye başkanının şirketteki görevinden ayrılmasını ve aldığı parayı bir okula bağışlamasını sağladı.
Olay karşısında, kendimi “CHP’liler, haksız kazanç sağladığına inandıkları partili belediye başkanını, eleştiri yağmuruna tuttu. Darısı, başka partililere.” demekten alamadım.
Keşke, aynı duyarlılığı; “30 Ağustos Zafer Bayramı için söyledikleri nedeniyle- Bursa Büyükşehir Belediyesi başkanının seçilmesi yönünde oy kullananlar ve adı “Milliyetçi” diye başlayan ortak başta olmak üzere Cumhur İttifakı partileri de gösterseydi.
Ben bu yazıyı yazarken, MHP Bursa milletvekili Hidayet Vahapoğlu dışında, bu konuda karşı açıklama yapan biri yoktu.
Gerçi, kesilen ağaçlar için, 678 gün sonra “KESİLEMEZ” diye mahkeme kararı çıkmış bir ülkede, tepki için acele etmemek gerek.
Belki, 678 gün sonra bir açıklama gelir ve biz de “Hamdolsun!” deriz.
Hiç bir açıklama yapılmasa bile; 7 düvele diz çöktüren bir Kurtuluş Savaşından sonra imzalattığımız Lozan Antlaşması ile egemen bir ülkede, özgür ve mutlu yaşadığımız için bile “Hamdolsun!” deriz.