YAPILACAK YENİ ANAYASA ÜZERİNE BİRKAÇ SÖZ
Gündem –yeniden- Anayasa değişikliğine doğru kaymaya başlayınca ve anayasa değişikliği olacaksa ilk olarak “Başkanlık Sistemi mi, Parlamenter sitem mi?” diye tartışmamız gerekirken, öyle bir şey olmadığı için 13.09.2011 tarihinde yazmış olduğum bir yazıyı olduğu gibi yayınlıyorum.
Biz yasa yapmayı da işimize gelmediği anda yaptığımız yasayı anında değiştirmeyi de çok seven bir toplumuz.
Bu işi yaparken hiçbir güç ve hiç kimse bizim için engel olamaz. Yeter ki bu işi yapabilecek oy çokluğumuz olsun.
İçinde bulunduğumuz süreçte hemen hemen tüm siyasi partiler ve toplumun her kesimi yeni bir anayasa yapılmasını istiyor. Her hangi bir aksilik olmazsa bu yıl yeni bir anayasamız da olacak.
Peki bu anayasa nasıl yapılacak?
Önemli olanın yeni bir anayasa yapmak değil yılları kucaklayacak bir anayasa yapabilmek olduğunu algılayarak başkalarının bizim görüşlerimize saygılı olmasının yolunun bizim başkalarına saygılı olduğumuz yerden geçtiğini benimseyerek bir anayasa yapabilecek miyiz? Toplumun her kesiminin görüşü alınarak aradan yıllar geçse de iktidarlar değişse de değiştirilmesine gerek kalmayacak maddelerden oluşan toplumun büyük bir kesimi tarafından benimsenecek bir anayasa yapabilecek miyiz?
Böyle bir anayasa yapmadan önce başta hukukçular olmak üzere toplumun tüm kesimlerinin görüşlerini enine boyuna tartışmalarına fırsat verebilecek miyiz?
Yoksa her zaman olduğu gibi ipler gerilecek, iplere unlar serilecek ve en sonunda siyasal çoğunluğun dediği mi olacak?
Siyasal güç olmadığı halde sivil toplum kuruluşlarının görüşü dikkate alınacak mı? Yoksa bu güzelim fırsat kısır döngülerle heba mı edilecek? Yargı kuruluşlarının temsilcilerinin hatta o kurumdan daha önce emekliye ayrılanların görüşlerini açık açık anlatmalarına fırsat verilecek mi?
Tüm bu söylenenler ışığında yeni bir anayasa yapmak için toplum olarak bir kez bile olsa el ele verebilecek miyiz?
Yeni anayasamızda kuvvetler ayrılığı yeterince sağlanacak mı? Demokrasilerde kuvvetler ayrılığı diye adlandırılan yasama-yürütme-yargı ve sivil toplum kuruluşları bir araba için gerekli olan benzin-yağ-su ve elektrik aksamı gibidir.
Nasıl ki bir arabanın verimli çalışabilmesi için yakıt deposuna benzin, radyatörüne su, fren-vites gibi sistemlerin işlemesi için yağ kullanırken benzin-su-yağı birbirine karıştırmıyorsak yasama-yürütme-yargıyı da birbirine karıştırmamalıyız.
Nasıl ki benzine su veya yağ karışınca arabamız zarar görüyorsa yasama-yürütme-yargı diğerinin alanına girince de demokrasiler zarar görüyor.
Elbette arabamız için ilk akla gelen gereksinim benzindir.
Ancak su, yağ hatta elektrik donanımı sağlıklı olmadan arabayı verimli kullanamayız değil mi?
“Demokrasilerde ilk söz hakkı da halkın oylarıyla yönetime gelen siyasi iktidarlarda olmalıdır.” diye düşünürüz hep. Oysa oylarımızla yönetime gelen siyasi iktidarlar tıpkı arabaların benzini gibidir. Yasama-yargı ve sivil toplum kuruluşları da arabaların yağı, suyu, elektriği gibidir.
Yasama-yürütme-yargı ve onlara saygılı bir şekilde tavır belirleyen sivil toplum kuruluşları, demokrasilerin hem olmazsa olmazlarıdır hem de birbirlerinin yanlışlarını çizmeyi aşmadan ve incitmeden belirtmesi gereken yapı taşlarıdır.
Bu nedenle başta mecliste bulunan hukukçu milletvekillerimiz olmak üzere sağduyulu tüm siyasetçilerimiz, siyasi kimliklerini bir yana bırakarak çağımızın hatta gelecek çağlarımızın gereksinimlerine çare olacak bir anayasa yapmayı gelecek kuşaklara bırakabilecekleri değerli bir miras ve onur sorunu olarak görmeliler. Bunun sorumluluğunu taşımalılar. Yoksa yapılmış anayasaları daha çok tartışacağımız gibi daha çoooook anayasalar yaparız.
Çağdaş bir toplumda; çağdaş demokrasilerin gerekleriyle donatılmış, tam anlamıyla insan haklarına uygun, huzurlu bir ortam oluşturarak yaşamamızı sağlayacak yeni bir anayasamız olmasını dileği ve özlemiyle…