27 Kasım 2024

İYİ BİR BABA OLMAYI BABAMDAN ÖĞRENDİM

Ramazan Kara

Babam çok farklı bir insandı. Herkesin böyle bir insanı tanıması gerektiğine inandığım için bugün babam hakkında yazmaya karar verdim.
Nasihat etmekten çok model olarak öğreten, yaşadığı sürece hiç kimsenin yüreğini incitmemeye özen gösteren, boş konuşmayı sevmeyen, bildiği doğruları çekinmeden söyleyecek kadar yürekli, bilmediği şeyleri sormaktan çekinmeyecek kadar bilgiye saygı duyan, babasını Kurtuluş Savaşı’nda şehit verdiği için olsa gerek tanıdığı her çocuğa baba sevgisiyle yaklaşan, okuma-yazmayı kimseden destek almadan öğrenen ve okula başlamadan bütün çocuklarına okuma-yazma öğreten bir insandan söz edeceğim. Yaşadığım ve duyduğum anıları anlatacağım. Yazımın uzun olmasına bakmaksızın okumanızı bekliyorum
Babamı kaybettiğimde 11 yaşında 6. sınıfa giden bir çocuktum. O zamanlar bir takım şeyleri anlayamamış biri olsam da babamla yaşadığım anılarımı yılların eğitimcisi ve babası olarak değerlendirince onu çok iyi anlıyorum.
Dedem Kurtuluş Savaşı’nda şehit düşünce babaannem 4 çocuğuyla baş başa kalmış. Babaannem bizim o tarafta söylediği özlü sözleri nedeniyle saygıyla anılan biridir. Bu yüzden eskiler, gençlere öğüt verirken mutlaka “Ayşe Kadın’ın dediği gibi…” diye başlayan bir cümle kurar. Babam öyle bir annenin yanında yetişmiş yani.
Her genç gibi yaşı gelince askere giden babam o dönemde okuma-yazma bilmiyormuş. Köyümüzün ağası olan Veli Amca da babamla birlikte askere gitmiş. Babam ilk birkaç mektubunu Veli Amca’ya yazdırmış. O dönem askerlik 3 yıl. Babam, birkaç mektuptan sonra, Veli Amca’ya yük olduğunu düşünerek okuma-yazma öğrenmeye karar vermiş.
Çarşı iznine çıkar çıkmaz bir alfabe almış. Bizim kuşak alfabeyi bilir. Günümüzün Hece Tablosu gibi bir şey. Her harfin yanında o harfle başlayan bir de resim var. A-at, B-bebek, C-civciv, Ç-çiçek, D-dede gibi… O akşamdan başlayarak kimseden destek almayan babam, sıkı bir çalışmadan sonra okuma-yazmayı öğrendiğine inandığı için oturup bir mektup yazmış ve Veli Amca’ya giderek “Bana bu mektubu okur musun?” demiş. Bakmış ki mektup istediği gibi olmuş, başkalarının mektuplarını da yazmaya başlamış.
Biz okula başlamadan bizlere de okuma-yazma öğreten babam, bu anısını anlatarak yılmamamız için bize cesaret verirdi. Biz; sabırlı olmayı, bir şeyleri başarmak için yılmamayı, yaşamın zorluklarıyla savaşmayı babamızdan böyle öğrendik.
Babam başta çocukları olmak üzere her çocuğa “ÇOCU” diye seslenirdi. Her ilçeye inişinde küçücük torbalarda bulunan naneli şekerlerden 60-70 tane alır ve Çocu’lara elleriyle tek tek dağıtırdı. Çocukları sevmeyi ve paylaşmayı bize böyle aşılamak istedi sanırım.
Köyde yaşadığımız o dönemlerde tuvaletler evlerden ayrı ve birkaç metre uzaklıkta olurdu. Biz de dinlediğimiz şeytan öyküleri nedeniyle özellikle geceleri “ya şeytan gelirse” diye tuvalete gitmeye korkardık. Evimizin hemen yanında 5 dönüm de tarlamız vardı. Akşam tuvalete giderken tarlamızda, sanırım ayın ışığında yansıyan bir parlaklık gördük. Şeytan ateş yaktı diye çok korktuk. Babam, her zaman olduğu gibi telaşsız ve kendinden emin bir tavırla, “Çocularım siz hiç korkmayın ben yarın o şeytanın dersini veririm.” deyince sakinleşip yattık.
Sabah erkenden babamla birlikte onlarca ÇOCU tarlada epey dolaştık ve şeytan ateşi yandığına inandığımız yeri üç aşağı, beş yukarı belirledik. Babam ”Bakın çocuklar ben, şeytan diye bir şey olduğuna inanmam ama madem ki size görünmüş ona haddini bildirmem gerek” anlamına gelen kısa bir konuşma yaptı. Yere kocaman bir çember çizdi. Bir şeyler söyledikten sonra “Çocuklarıma ve aileme bir daha görünürsen sana yapacağımı biliyorsun.” deyip şeytan kovma işini halletti. Hepimiz ikna olduk.
İnsanları incitmeden, onların inançlarıyla alay etmeden psikolojik olarak insanları rahatlatmanın yolunu okul yüzü görmemiş bu adam nereden biliyordu?
Ben bunu hala anlayamadım.
Babam sık sık “Allah’ım ikimizden biri önce ölecekse beni öldür ve karıma sağlıklı uzun ömür ver. Ben ölürsem o ne yapar eder çocuklarıma bakar ama ben erkek başıma onları rezil ederim.” diye dua ederdi. Bir aile için kadının ne denli önemli olduğunu da kadının yaptığı özverilere saygılı olmayı da bizler babamızdan böyle öğrendik.
Annemizin tam anlamıyla saçını süpürge ederek bizleri büyütmesiyle babamın ne denli ileri görüşlü olduğunu bir kez daha gördük.
Köyün kahvesine arada sırada bir giden babam gereksiz konuşmayı hiç sevmezdi.
Babam bir gazete parçası bulsa bile okumadan atmazdı. Bir gün babamı gazete okurken gören gençler takılmak istemişler. Aralarında şöyle bir konuşma geçmiş.
-Osman Emmi bu yaşta okuduğunu anlıyor musun?
-Çocu okumanın öğrenmenin yaşı olmaz.
-Peki Osman Emmi, madem bu kadar okuyorsun bize osuruğun ne renk olduğunu söyler misin? (Affedersiniz ama orada kullanılan cümleyi olduğu gibi yazıyorum) Biz bilemedik de…
-O zaman elinize alıp bakın, anlarsınız…
Sanırım, olaylar karşısında sakin olmayı ve hazır yanıtlar verme özelliğimizi de babamızdan almışız…
Kızım, dedesiyle ilgili anıları dinledikçe onu tanıyamayışının boşluğunu yaşar. Bu yüzden dedesini tanıyan insanları gördükçe onlardan dedesiyle ilgili anılar anlatmalarını ister.
Bir bayram günüydü. Kızımla Antalya-Büyükşehir Belediyesi eski Başkanı ve CHP eski Milletvekili Bekir Kumbul’un babasını ziyarete gittik.
Ali Amca, hem akrabamız, hem başımız sıkıştığında desteğini bizden esirgemeyen bir büyüğümüz, hem de hepimizin üzerinde çok emeği olan değerli bir insandı.
Bayramlaşma faslından sonra Ali Amca, kızımı yanına çağırdı, adının Begüm Ayşe olduğunu öğrenince adı Ayşe olan babaannemi anımsadı ve gözleri yaşardı. Çok duygulanan kızım Ali Amca’nın kucağına oturdu ve gözlerini silip yanağını okşamaya başladı.
-Ali Dede sen benim Osman dedemi tanır mıydın, nasıl bir insandı, anlatabilir misin? diye sorular sorunca Ali amca bir kez daha duygulandı. O anda orada bulunan ve en az 40-50 kişiden oluşan kalabalığı susturarak kısa bir açıklama yaptıktan sonra kızıma,
-Senin dedeni burada oturan herkes az ya da çok tanır kızım. Onun bizler için yaptığını hiç birimiz ödeyemeyiz. Ne yaparsak yapalım ödeyemeyiz, deyince ben araya girdim ve hepimizin üzerinde çok emeği olan ve varlığından her zaman güç aldığımız Ali Amca’ya
-Ali Amca bizim için senin yaptıklarını biz ödeyebilir miyiz? diye sordum. Ali Amca herkesi bir kez daha susturdu ve babamla yaşadığı bir anıyı anlatmaya başladı.
Babamın koyunları, Ali Amca’nın ve birkaç çocuğun kuzuları otlattığı günlerden birinde çobanların testisindeki su bitmiş. Ali Amca susuzluğa dayanamadığı için ağlamaya başlamış. En yakın su kaynağı 7-8 kilometrelik uzaklıkta. Üstelik düz yol da yok.
Baş çoban olan babam Ali Amca’yı kendisi dönünceye kadar susuz kalmasın diye yanına almış ve testiyi kaptığı gibi su kaynağının yolunu tutmuş. İlçe merkezinde bulunan çeşmeden suyu içmişler, testiyi doldurmuşlar ve geriye dönmüşler. Ali Amca suyunu içmenin verdiği rahatlıkla, su içerken göremediği türkü söyleyen adamı merak etmiş.
-Osman Emmi, biz su doldururken türkü söyleyen adamı göremedim, o adam o türküyü söylerken nerede duruyordu? Sen adamı gördün mü? diye sormuş ve aralarında şöyle bir konuşma geçmiş.
-O türküyü söyleyen adam değil gramofondu.
-Osman Emmi gramofon ne?
Babam eline bir çubuk almış, ayağıyla yeri düzeltmiş ve o çubukla bir gramofon resmi çizmiş. Konuşmaya devam etmişler.
-Buraya bir siyah tabak koyuyorlar, o tabağa da bir iğne batırıyorlar, siyah tabak döndükçe gramofondan ses geliyor.
-Peki Osman Emmi, o siyah tabağa o sesi nasıl veriyorlar?
-Saz çalan ve türkü söyleyen insanları ses ve ışığı dışarıya vermeyen bir odaya alıyorlar. Orada söyletip kaydettikten sonra sesi siyah tabağa kaydediyorlar ama onu nasıl yaptıklarını ben de bilmiyorum…
Anlatılanları duyanlarda, daha büyük bir sessizlik oldu ve meraklı bakışlar iyice arttı.
Herkes Ali Amca’nın sözlerini nereye getireceğini merakla beklerken O;
-Şimdi size soruyorum. Osman Emmi’mizin benim için yaptığını kaç kişi öz evladı için öz torunu için yapar? Üstelik o adam yalnızca benim için değil hepimiz için çok şeyler yaptı. Bu nedenle biz onun için ne desek az gelir, ne yaparsak yapalım onun bizim üzerimizdeki hakkını ödeyemeyiz. Bunu böyle bilin, dedi ve sonra kızıma, saçlarını da okşayarak iyice sarıldı ve
-Senin Murat Amca’n müzik öğretmeni, İsmail Amca’n Halk Ozanı olduysa senin deden 1930’lu yıllarda gramofonu ve stüdyo kaydını bildiği içindir.
İşte senin öyle bilgili, insanları öyle seven bir deden vardı, deyip anısını noktaladı.
Kızımın o gün dinlediği anı, yaşadığı o mutluluk her şeyden değerliydi.
Ali Dede’sinde, Osman Dede’sinden bir koku bulduğu için çok mutlu oldu.
Ancak bir kez daha görüştükten sonra, Ali Dede’sini de kaybettik.
Babam yalnızca büyük ablamın evliliğini, ilk torununu ve büyük ağabeyimin öğretmen olduğunu görebildi. Yoksulluk içinde bizlere destek olmaya çalışan babamızdan bize bağ, bahçe, servet kalmadı ama onurlu bir geçmiş ve çocuklarına, torunlarına anlattıracağı sayısız anısı kaldı.
Biz babamızla, çocuklarımız dedesiyle; her zaman, her yerde ve her koşulda, hep onur duyduk, onur duyuyoruz, onur duyacağız.
Dünyaya yeniden gelsem hatta sayısız kez dünyaya gelme hakkım olsa Sakallı Osman’ın oğlu olarak gelmek isterdim. Çünkü ben, iyi bir baba olmayı babamdan öğrendim.
Başta Babalar Günü’nü canlı olarak hiç kutlayamadığım babam olmak üzere çocuklarına değer veren, çocukları için hiçbir özveriden kaçınmayan gelmiş geçmiş tüm babaların ve baba adaylarının Babalar Günü kutlu olsun.(19.06.2022 Tarihinde; Sokaktan Haber, Mersinerji ve Altıok Siyaset Gazetesinde yayınlanan yazım)