BABAAAAA!” DİYE AĞLAYAN BİR ÇOCUK
Daha dün doğduğunu hissettiğim kızım şu anda öğretmenlik yapıyor. Bu bana zamanın ne denli çabuk geçtiğini ve bu kadar hızlı ilerleyen bir zaman diliminde eften püften nedenlerle insanların birbirlerini çok kolay kırmalarının anlamsızlığını bir kez daha düşünme gereği yaşattı.
Kızım doğduğunda 27 Ağustos 1985 günü bir akşam üstüydü. İkinci kez baba olmuştum. Bir oğlum olmanın mutluluğunu yaşarken bir de kızım olmasının mutluluğunu yaşamaya başladığım bir gündü.
O gün, aynı zamanda baba sevgisinin bir veya daha fazla çocuğa her zaman eşit düzeyde dağıtılmasına tanık olduğum günlerin başlangıcı oldu. Kaç kez baba olduğumdan çok nasıl bir baba olduğumun daha önemli olduğunu yaparak yaşayarak öğrenmeye başladığım günlerin de başlangıcı oldu.
Kızımla ilgili anlatılacak anılar, birkaç hafta önce oğlumla ilgili anlattığım anılar kadar fazla olunca bu günü de kızıma ayırmak istedim. Her anne babanın çocuklarıyla unutamayacağı güzellikte anıları vardır.
Ancak benim kızım da kızımla ilgili anılarım da çok daha farklıdır. Çünkü benim her yönüyle diğer çocuklardan ve kızlardan farklı bir kızım var.
Sanırım “Doğduğunda tam anlamıyla esmer olduğu halde 5-6 yaşlarında sarışın, şu anda ise bembeyaz bir kızdan söz ettiğimi” söylesem konuyu daha iyi anlatırım.
Her çocuk “anneeee!” diye ağlarken “babaaaa!” diye ağlayan bir çocuktan söz ediyorum. Konuşamadığı günlerde bile babasını görmeden uyumayan bir yaratıktır O…
Birkaç hafta önce oğlum için yazdığım yazıyı okuyanlar anımsar. Kızım doğduğunda oğlumun maaşımızın kat kat fazlası masraf gerektiren sağlık problemleri vardı. Bu yüzden çelik tencere satmak başta olmak üzere ek gelir getiren işler yapmak zorunda kalıyordum. Haliyle eve dönüşlerim de gecenin geç saatleri oluyordu.
Eve gelince bir bakıyordum ki gün boyu annesine iş kesen minik kızım beni görünce gülücükler dağıtmaya başlıyor. Bir kaç öpücük ve henüz konuşamayan, yürüyemeyen bir bebek ne kadar değer biçtiğini bilmediğim bir miktar baba sevgisini görünce yelkenlerini indiriverirdi.
Ödül olarak da her zaman uyuduğu minderine yatırılır amatörce çaldığım bağlamanın ve söylediğim ninnilerin eşliğinde uyuyakalırdı.
Zamanın su gibi aktığı bir ortamda her bebek gibi kızım da emeklemeye, yürümeye ve konuşmaya başladı…
Ağlarken “babaaaaa!” diye ağlardı ya o zaman çok garip olurdum.
Ağladığına üzülürken “babaaaa!” demesi beni mutlu ederdi çünkü.
Küçücük bir çocuk olmakla birlikte anlattığımız masalları bir de kitaplardan okumamızı isterdi. Gerek annesi gerek ben ve daha sonra okula başlayan oğlum büyük bir zevkle kitap okuduk ona… O da çok mutlu olurdu.
Daha sonra okuduğumuz yeri parmakla izlememizi istemeye başladı. Meğer parmakla izlerken kitapları satır satır ezberlermiş.
5 yaşına geldiğinde Serik Lisesi’nden öğretmenlerim olan Fatma Aktan ÖZATA ve Mehmet ÖZATA evimize geldiler. Oğlumuzu ve kızımızı da torun niyetine sevmeye başladılar.
Kızım uygun ortamı bulmuş olmanın rahatlığıyla Mehmet öğretmenime kitap okuyor. Hem de parmağıyla satır satır izleyerek. Bir anda öğretmenim;
-Ramazan, senin kızın kitap okuyor be oğlum, deyince epey güldükten sonra gerçeği anlatabildik.
O ilginç kız daha ana sınıfına başladığı yıllarda futbola ilgi duymaya başladı.
İlköğretime başlayınca bir yandan futbol oynarken bir yandan da Trabzonspor propagandası yapmaya başladı. Hem de “Sen Antalyalısın, neden Trabzonsporlusun? diye soranlara “Siz de İstanbullu değilsiniz. Neden İstanbul takımlarını tutuyorsunuz? diye soracak bir bilinçle.
Lise yıllarında her gün FANATİK GAZETESİ alarak spor haberlerini yakından takip eden kızımla on üç yıl önce İstanbul-Haydar Paşa Garı’ndaydık.
Kendime günlük gazete alırken birkaç metre uzağımdaki kızıma “Kızım sana Spor Gazetesi alayım mı?” diye sorunca gazete satan adam “Alma ağabey. Kızlar, spor gazetesi okumaz.” deyince zamanımız kısıtlı olduğu için “Benim kızım okur.” demekle yetindim.
Kızımla İstanbul’a “Trabzonspor’un kupa maçını izlemek için geldiğimizi” ve “Onunla zaman zaman kahvelere gidip maçlar izlediğimizi” söylesem konuşmamız uzayacaktı çünkü.
Kızımın Trabzonsporlu oluşuyla ilgili her zaman mutluluk duydum.
Fanatik Gazetesi yazarı Ergun ATA’nın köşesinde yayınlanan yazısı nedeniyle Trabzonsporlu yöneticiler tarafından maça davet edilmesi ve oradaki insanlara “Begüm’ün babası” diye tanıtılmamı her anımsayışımda gözlerim dolar.
Bir evladın babasını aşması, bir babanın çok büyük bir camiada kızının bu kadar olumlu bir yerinin olduğunu görmesi “anlatılmaz, yaşanır” denilen mutlulukların en güzelidir herhalde.
Fanatik bir taraftar olmakla birlikte başta öğrencilik ve 13 yıl önce başladığı öğretmenlik yaşamı olmak üzere yaşamın her alanında, atacağı adımlarda, sergileyeceği tavırlarda “önce birey olmanın daha sonra bulunduğu konumun-ailesinin-sosyal çevresinin ve tuttuğu takımın sorumluluğunu” taşıyacak kadar sorumludur benim kızım.
İyi ki var olmuş. İyi ki kendini her anne-babanın “Keşke böyle bir kızım da benim olsa!” diyebileceği kadar iyi yetiştirmiş. İyi ki bizim kızımız olmuş.
Başarılı öğrencilik yıllarından sonra başladığın başarılı öğretmenlik yıllarında daha büyük başarılara ulaşması için her zaman duacıyım.
Mustafa Kemal ATATÜRK ve arkadaşlarının yürüdüğü ÇAĞDAŞ UYGARLIK yolunda yürürken istediği güzelliklerle donatılmış nice sağlıklı, mutlu, başarılı yaşları sevdikleriyle ve sevenleriyle doya doya yaşaması dileğiyle sevgili kızımın doğum gününü kutlarken gözlerinden öpüyorum…