BU YAZIYI HERKES OKUMALI
Bu yazıyı sonuna kadar okuyan herkes bir şey bulacak. Çünkü bugün, her kesime hem eleştiri hem de özeleştiri getirecek olan bir yazı yazmak istiyorum.
Hepimiz çocuk olduk. Yazıyı okuyacak olanların kimi hala çocuk, kimi genç olmuş, kimi yetişkin.
Çocukluktan başlayalım isterseniz.
Her çocuk doğarken eşit doğar. Nerde, ne koşulda, ne zaman doğarsa doğsun tertemiz, işlenmeye hazır bir maden olarak gelir dünyaya.
Ailesi paralı da olsa parasız da, esmer de olsa sarışın da, beyaz da olsa kızıl derili de olsa bu böyledir.
Çok temiz birer madendir onlar. Rengini, etnik kimliğini, dinini… bilmeyen madenler. Doğruyu, yanlışı, yalanı bilmeyen madenler. Hırsızlığı, yolsuzluğu, adam öldürmeyi bilmedikleri gibi sorumluluk almayı da bilmeyen canlı madenler. Onlara nasıl şekil verirsek öyle olurlar.
Ancak genellikle bizler, onların üzerinde birçok yanlışa imza atarız.
Her şeyi doğru bildiğimizi sanan, yanlışı benimseyemeyen bir toplum olduğumuz için egomuza uygun ama mantık kurallarını alt üst eden uygulamalar yaparız genellikle.
Çocuklarımızın önünde anne-baba olarak kavga etmekten çekinmeyiz. Çocuklarımızın önünde vurdulu kırdılı filmler de izleriz. Küfürlü maçlar da. Çünkü O çocuktur, bunları anlamaz, bunlardan etkilenmez, gördüklerini günlük yaşamında uygulamaz değil mi?
Çocuklarımız okula başladığında, biz de birlikte ders çalışmaya başlarız. İyi niyetle ya da deneyimsiz öğretmenlerin yönlendirmesiyle yapılan bu davranışımızın onlara, derse katılmama ve derste öğretmenini dinlememe alışkanlığı verir oysa.
Ben 6 kez birinci sınıf öğretmenliği yaptım. İlk öğretmenliğimde öğrencilerim, okuma-yazmayı çok erken öğrendi. Anne-baba ve büyük kardeşlerden çok destek aldım çünkü. Ben de kendimi çok başarılı bir öğretmen sandım. Ancak o öğrencilerin dördüncü sınıftan sonra başarısızlığını görünce oturup düşündüm. Bu öğrenciler, evde hep bir büyüğü ile çalıştığı için okulda beni öylesine dinliyorlarmış, dördüncü sınıftan sonra da evdekilerin bilgi düzeyleri ve öğretme becerileri yetersiz kalıyor elbette.
Nasıl ki sera ürünü kısa sürede yetişiyor ama dayanıklılığı ve besleyici değeri düşük oluyorsa öğretmen olmayanlardan alınan takviyeyle yakalanan başarı da öyle oluyor.
O zaman anladım ki, öğretmenliği öğretmen olan yapacak, anne-babalığı da anne-baba olan…
Daha sonra okuttuğum birinci sınıflarda aile büyüklerinin desteğini azaltarak gittim ve başarımın arttığını gördüm. Altıncı kez birinci sınıf öğretmenliği yaptığımda bunu çok daha iyi anladım. Çünkü o sınıfın öğrencileri, yapılan SBS Sınavında okuldaki sıralamada ilk 5 sıraya yerleşmişlerdi.
Şimdi eğri oturup doğru konuşalım. Çocuklarımızdan başarı beklemeden önce kendi başarısızlıklarımızı ve başarılarımızı biraz düşünelim.
Çocuklarımıza bilgili olmalarının yararlarını yaparak yaşayarak öğretelim. Bırakın çocuklarımız okuma-yazmayı geç öğrensin ama bunun kendisine sağlayacağı kolaylıkları da bilerek öğrensin.
Anne-baba ve öğretmenler olarak bir an önce okuma-yazmayı öğretme yarışına gireceğimize, sorumlu birer öğrenci yetiştirmeye çalışalım. Sorunlu öğrenciler yetiştirmeye değil.
Çocuklarımızın mükemmel olması için değil sorumlu olması için çabalayalım. Bilgi öğretmek yerine bilgiye ulaşmayı ve sorumluluk almayı öğretelim…
Kiminizin “Ramazan Öğretmen, iyi söylüyorsun da bizim çocuklarımız büyüdü. Şimdi ne yapalım sen ondan haber ver.” dediğinizi duyar gibiyim.
Şöyle bir çevrenize bakıp binaları incelemenizi istiyorum sizden. Hepsinin kat sayısı farklı değil mi? Yoldan geçen taşıtlara da bir bakın isterseniz. Hepsinin hızı da gücü de farklı.
İşte çocuklarımız da öyledir. Çocuklarımızın eksiklerini söylemeden ya geçmişteki bir hatanızı veya şimdiki bir davranışınızdan ders çıkardığınızı, onun da bunu dikkate alarak ders çıkarmasını söyleyerek ya da çocuğunuzun konuyla ilgili bir artısını söyleyerek söze başlayın.
Söze kesinlikle “Sen zaten” diyerek başlamayın ve başkalarının yanında çocuklarınızın eksiklerini, hatalarını, sorumsuzluklarının söylemeyin…
“Çocuklarımızın başarılı olması için ne yaptık?” diye kendinize ara sıra sorun. Başarıyı çocuğunuza göre hedefleyin. Unutmayalım ki, hiç bir öğrenci zevk için yanlış çözüm yapmaz, zevk için düşük not almaz.
Unutmayalım ki başarı; sürekli 1 alan bir öğrenci için 2 almak, sürekli 2 alan öğrenci için 3 almak, sürekli 3 alan öğrenci için 4 almak, sürekli 4 alan öğrenci için 5 almaktır.
Nasıl ki bir binayı yaparken toprağın yapısına bakarak ve parasal durumumuz oranında kaç katlı olmasını istiyorsak ona göre temel atıyorsak, nasıl ki bir taşıtı alırken kullanma amacımıza uygun yük taşıma kapasitesini, hız kapasitesini araştırıp ona göre alıyorsak çocuklarımızın anlama kapasitesini bilmeden, yükselebileceği yeri bilmeden hayal kurmamalıyız. Yoksa gösterilen her çaba soğuk demire şekil vermeye benzer ki sonuç alamayız.
Her öğrenciye gerekli olan MATEMATİK ve TÜRKÇE bilgileri, farklı sınıflarda tekrarlanarak ve genişletilerek öğretilir. Bir bakıma SOSYAL BİLGİLER ve FEN BİLGİSİ konuları da öyledir.
İlköğretim 4. sınıf bilgileri genellikle 6. ve 7. sınıflarda ve son olarak 9. sınıflarda genişletilerek ve bir kaç bilgi daha eklenerek verilir. Aynı şekilde 5. sınıf bilgileri de 7. ve 8. sınıflarda ve son olarak 9. ve 10. sınıflarda verilir.
Bu nedenle en doğrusu çocuklarımızın temellerini, anlama düzeylerine göre en geç 4. ve 5. sınıflarda sağlamlaştırmalıyız. Bu dershane takviyesi olabilir, etüt merkezinden yardım alınarak sağlanabilir veya özel ders alınarak yapılabilir. (Bu arada yanlış anlaşılmaması için her hangi bir kurumda çalışmadığımı özellikle belirtmek istiyorum.)
Eğitimle ıraktan yakından ilgisi olmayan kişiler size “Çocuk çocukluğunu yaşasın, bu yaşta dershane mi olurmuş?” diye akıl verebilir. Nasıl ki hastalandığımızda yaşa bakmaksızın doktora gidiyorsak bilgi düzeyimizin gerektirdiği sınıfta da dershanelere gidebilmeliyiz.
Unutmayalım ki yukarda incelediğiniz yüksek katlı binaların temelleri sağlam olduğu için yüksek katlıdır. Taşıtlar motorları güçlü olduğu için güçlüdür
Çocuklarımız ders çalışmayı sevmiyor değil mi? O zaman buraya kadar sabırla okumuşsunuz demek ki. Öyleyse yazının tamamını, en azından bundan sonraki bölümünü özellikle çocuklarınıza da okutun.
Sevgili öğrenciler,
Bu yazıyı, geçmişte bir çocuk, bir öğrenci, bir genç olduğumu bilerek yaşayarak yazıyorum. Bu yazıyı bir baba, bir öğretmen ve bir büyüğünüz olarak yazıyorum.
Bir öğrenciye “Haydi git dersini çalış” dediklerinde neler hissettiğini çok iyi bilirim. Bu yüzden size, “Gidip derslerinize çalışın” demeyeceğim. Derse nasıl çalışmak, ders çalışırken başarılı olmak ve sınav stresini yenmek için neler yapmanız gerekeceğini yazacağım yalnızca.
Canınız ders çalışmak istemeyince genellikle bir büyüğünüz veya siz rehber öğretmene gidersiniz. O da size bir çizelge verir. 40’ar dakikalık bir kaç ders yapmanızı gösteren bir çizelge.
Benden size farklı bir öneri.
Önce büyüyünce ne olacağınıza karar verin. Sakın “Puanım nereye yeterse orayı okurum” demeyin ama. Bu kendinizi yok saymak olur çünkü. Siz bir kağıt parçası, bir kuru yaprak mısınız ki rüzgarın götürdüğü yere gitmeyi içinize sindirebiliyorsunuz?
Bu yüzden iyice düşünerek yapabileceğiniz bir meslek ve o meslekle ilgili bir bölüm seçin. Bunun kararını ilköğretimde veren öğrencilerim bile var benim. Sonra da o bölüme gidebilmek için hangi derslerinizin iyi olması gerektiğini belirleyin. Başarılı olmayı da, sınav stresini de kafanıza takmayın sizi oraya ben yönlendireceğim.
Her öğrenci ayrı bir dünyadır. Her öğrencinin anlama yeteneği farklıdır. Her öğrencinin öğrenme süresi farklıdır.
Öğrencilerin öğrenme süreleri, yemeklerin pişmesi gibidir. Yumurta da bir yemektir, kelle paça da ama pişme süreleri çok farklıdır.
Siz önce kendinizi tanıyın. Kendinize olduğunuz kadar değer verin. Yakalayabileceğiniz bir başarı hedefleyiz. Sonra da ailenizle konuşarak eksiklerinizi gidermeye bakın. Gerisi kendiliğinden gelir.
Nasıl mı?
Önce kendimden bir ayrıntı anlatayım isterseniz. Lise 2. sınıfa kadar özellikle Matematik Dersinde çok başarılı bir öğrenciydim. Diğer derslerden inişli çıkışlı notlarım oluyordu ama Matematik notlarımın tamamı 100’dü. Hatta Matematik öğretmenim Sabahattin ERDOĞDU, bana sık sık “Seni Türkiye’nin en iyi Matematikçisi yapacağım” derdi.
Ancak Lise 2. sınıfta Matematik öğretmenimiz değişti. Anlatılanları eskisi kadar iyi anlayamadığım için bir gün öğretmenime;
-Öğretmenim, anlayamadım bir kez daha anlatır mısınız? dediğimde,
-Sen aptalsan, ben ne yapayım? karşılığını alınca,
-Siz anlatamıyorsunuz! Benim bundan önceki bütün notlarım 100 deyiverdim.
Ardından da ilk kez bir öğretmenimden dayak yedim. Yıkıldım. Okulu bırakmayı bile düşündüm.
Sonunda ne yaptım biliyor musunuz?
O öğretmenden kurtulmak için sayısal sınıftan, sözel sınıfa geçtim ve aptal olmadığımı kanıtlamak için Matematik öğretmeni oldum. Az önce size söylediğim gibi önce hedefimi koymuştum çünkü.
Önce kendinize bir hedef seçin. O hedefe varmak için ne yapmanız gerektiğini belirleyin. İlk yılınızda olmasa bile mutlaka başardığınızı göreceksiniz. Başarmak için de çalışmalıyız değil mi?
İlk günlerde yorulursunuz, sıkılırsınız. Yorulmamak için önce yorulmadan kaç dakika ders çalışabildiğinizi belirleyin. Bu 10 dakikadan 50 dakikaya kadar her öğrenci için farklılık gösterir.
Belirlediğiniz süreye her hafta 5’er dakika daha ekleyin. Böylece yorulmadan başarıya yaklaştığınızı göreceksiniz. Bir süre sonra ders çalışmanın bir alışkanlık haline geldiğini ve vazgeçemediğinizi görürsünüz. Unutmayın ki her yeni işe başlarken sıkıntılarımız olacak.
Çalışma sürenizi zamanla kesintisiz bir kaç saate çıkarmak zorunda olduğunuzu unutmamalısınız. 3 saatlik bir sınavda yorulmadan başarılı olmak istiyorsanız söylediklerimiz uygulamalısınız.
Yürümeye, konuşmaya, okumaya geçerken zorlanmadık mı? Peki pes ettik mi? Bu da aynen öyle işte.
Her gün temizlik yapmaya giden kadın mı daha çok yoruluyor? Arada bir temizlik yapan annemiz mi? Her hafta 2 büyük maça çıkan futbolcular mı daha çok yoruluyor? Ayda bir halı saha maçına giden babamız mı? Biraz düşünmeye değmez mi?
Kafanıza yattıysa yarından başlayarak yol haritanızı çizin. “Ya kazanamazsak? Ya strese yenik düşersek?” diyorsunuz değil mi?
Cep telefonunuz var mı? Peki harçlığınız? Neden taşıyorsunuz? Siz hiç “ya kapkaççı alırsa ya kaybedersem” diyerek cep telefonu taşmamayı ya da yanınıza para almamayı düşündünüz mü?
“Ya yolda beni araba çarparsa…”deyip dışarı çıkmadan stres yaşadınız mı?
Peki “ya adımı sorduklarında strese girip bilemezsem ya soyadımla karıştırırsam veya yanlışlıkla -kaydırıp- arkadaşımın adını söylersem” diye düşündünüz mü hiç? Bunlar da öyle şeyler işte.
Temel giderken yolda gördüğü muz kabuğuna bakmış ve Dursun’un kulağına eğilip;
-Eyvah! gene düşeceğim….demiş…..
Yanıtları kaydırmaktan korkanları ben buna benzetiyorum. Yanıtları kaydırıp kaydırmamak sizin elinizde değil mi? Bilmediğiniz sorular da çıkabilir. Sınavı kazanamazsanız dünyanın sonu değil ki. Siz kazanmak için her şeyi yaptıysanız başarı da kendiliğinden size yapışacaktır…
Hep sağlıklı, mutlu ve başarılı olmanız dileğiyle.