27 Kasım 2024

DEPREM, İMAR AFFINI AFFETMEZ

Ramazan Kara

21 Mart 2000 tarihinde, Başbakanlık Genelgesiyle kurulan “Ulusal Deprem Konseyi” 6 Ocak 2007 tarihli Başbakanlık Genelgesiyle lağvedilmişti.
Keşke, lağvedilmek yerine önlem ve çözüm üreten bir kuruma dönüştürülseydi…
Hatta, sivil veya Türk Silahlı Kuvvetlerine bağlı olan ve en az yüz bin kişilik bir “Kurtarma Ekibi” oluşturulabilseydi.
1999 Marmara Depreminden, yaklaşık olarak 3 saat sonra, askerlerimiz; çocukların yolunu kaybetmesine önlem olarak “Gül, Lale, Menekşe, Zambak, Nergis” ve benzeri gibi akılda kalacak sokak adları da vererek üç ayrı çadır kent oluşturmayı başarmıştı.
Yazımı -bu konu ile ilgili- bir alıntı yaparak sürdürmek istiyorum.
Genelkurmay Başkanlığı ve İçişleri Bakanlığı arasında, 7 Temmuz 1997’de -5442 Sayılı İl İdaresi Yasasının 11/d maddesi gereğince- imzalanan “Alınması Gereken Müşterek Tedbirler” “EMASYA(Emniyet-Asayiş-Yardımlaşma) Protokolü 17 Ağustos 1999 Depreminde, yaşama geçirildi.
1999 Depreminde, çok önemli işler başaran EMASYA, 4 Şubat 2010 tarihinde, yürürlükten kaldırıldı.
14 Temmuz 2016 tarihinde, tekrar yaşama geçirilen EMASYA Protokolüne göre; Türk Silahlı Kuvvetlerine, Mülki Amirlere bilgi vermeden operasyon yapma yetkisi verildi.
Oysa, daha önce; operasyon yetkisi valilik veya daha üst makamlar tarafından kullanılıyordu.
Yukarıdaki yetki, 15Temmuz 2016’da, Fetullahçı Terör Örgütü(FETÖ) üyesi komutanlar tarafından süistimal edilince, EMASYA Protokolü yürürlükten, hemen kaldırıldı.(Soner Yalçın 09.02.2023)
Depremden sonra, Kandilli Rasathanesi’nin “Türkiye güneybatı yönüne doğru 3 metre kaydı” diye özetleyebileceğim açıklamasından sonra, depremin boyutunu daha iyi anlıyorum.
Buna karşın; Japon bir deprem uzmanına “Bu şiddete bir deprem karşısında yıkılan binaları yapanlara; Japonya’da, ne kadar ceza verilir?” diye 2 kez sorulan soruya vermiş olduğu “Japonya’da, öyle binalar yapılamaz” yanıtını unutamıyorum.
“Öyle bir bina yapılamaz” çok önemli bir açıklama çünkü.
Keşke, inşaat malzemelerinden çalanlara göz yumanlar ve binalara “Yapı Kullanma İzni” verenlerin ile sık sık imar affı çıkaranların, görebileceği her yere “Deprem değil ihmal öldürür” ve “Deprem, imar affını affetmez” yazıp sürekli okumalarını sağlayabilsek.
Depremden hemen sonra başlayan ve zaman zaman şiddeti artan “Koyun can derdinde, kasap et” sözüne örnek olacak kadar ilginç davranışlardan sonra; tek tesellim; 6.0 şiddetinden daha büyük olan depremlerin artçılarının -genellikle- ilk depremden küçük olmasıydı.
7.7 ve 7.6 şiddetindeki depremlerin şiddeti, daha küçük oldu çünkü.
Ona rağmen, özellikle Hatay merkezinde; onlarca tanıdığım, birçok okul arkadaşım, bir öğretmenim ve liseyi birlikte okuduğumuz Sevgili kardeşim -tiyatro sanatçısı- Orhan Aydın’ın kızı, yaşam savaşını kaybettiği için çok üzgünüm.
Sevgili Orhan, ulusal televizyon kanalları başta olmak üzere, bir çok platformda “Kızım, burada, kurtarın” diye çığlık attığı halde, sevgili yeğenimin cansız bedenini teslim ettikleri için, ihmali olanlara çok öfkeliyim.
Kızı ile ilgili acı veren haberi, öğrenir öğrenmez aradığım, sesi dağları titretecek kadar gür çıkan Sevgili Orhan Aydın, kısık bir ses tonuyla konuşabilecek kadar yaralanmıştı çünkü.
Deprem nedeniyle yaşamını yitiren herkesin, mekanı, cennet olsun. Kendilerine rahmet, yakınlarına sabır ve dayanma gücü, yararlılara da acil şifalar dilerim.
Deprem ve verdiği acılar kadar acı veren ve düşüncelerimde, nefret duygusu uyandıran bir bilgiyi de -sizinle- paylaşmak istiyorum.
Yurt dışına çıkmak üzereyken, göz altına alınan ve tutuklanan -müteahhit mimar- Mehmet Yaşar Coşkun ile Hatay Eğitim Enstitüsü’nde birlikte okumuştuk.
Aynı sınıfta olmadığımız halde, arada bir öğrenci evimize gelirdi ve sohbet ederdik.
Kendi halinde, sessiz ve iyi niyetli biriydi. Para hırsı, onu da yiyip bitirmiş demek ki…
Aile bireyleri ile birlikte, yurtdışı bağlantısı da olan bir şirket kurmuşlar.
Antakya’da yaptıkları binaların çoğu yıkılmış
Malzeme hırsızlığı, kullandığı eksik malzeme nedeniyle cana kastetmesi ve her hatası nedeniyle, en ağır cezayı almasını isterim ama başka bir noktaya da dikkat çekmek istiyorum.
Her depremden sonra, bir müteahhidi “günah keçisi” seçeriz ve argo deyimi ile “Toplumun, gazını alırız”
1999 Depreminin, günah keçisi, Veli Göçer olmuştu.
Hatay’daki depremin, günah keçisi de, Mehmet Yaşar Coşkun olacak gibi.
Yıkılan binalar yapılırken, belli dönemlerde kontrol edildi ve yapım işleri bittikten sonra “Yapı Kullanma İzni” verildiği için satılarak konut oldu.
O nedenle, ben; Köy Enstitüsü mezunu olan babasının kemiklerini de sızlatan Mehmet Yaşar Coşkun başta olmak üzere, kusurlu bina yapan tüm müteahhitlerin ve onlara -öyle veya böyle- göz yuman her yaratığın, en ağır cezayı almasını ve o cezanın, gelecekte çıkarılacak af kapsamında olmaması için yasal düzenleme yapılmasını istiyorum.