27 Kasım 2024
Ramazan Kara

“Anadolu Kültürü” diye adlandırılan ve “İnsanlık Diploması” sayılan kültür yerine -televizyon kanalları tarafından- “Dizi Film Kültürü” yerleştirilmesine izleyici olarak katılıp çanak tuttuğumuz için “Ciğeri, 5 para etmez” insanlar ile “ciğerimi ye” diyebileceğimiz insanlar, aynı ortamda yaşıyor.
Siyaset ile ilgilenenlerin konuşmalarına bakarak, ekran karartma ve para cezası yağdıran RTÜK yetkilileri; yıllardır, bu duruma karşı önlem almayı düşünmedikleri halde, Milli Eğitim Bakanımıza göre “Sivil Toplum Kuruluşları” bakanımızın, laf yetiştirdiklerine göre “Tarikat ve Cemaatler” ile ilgili bir dizi film yayına girince “Toplumsal değerlerimize sahip çıkmaya” başladı.
Bunu gören, Diyanet İşleri Başkanlığı yetkilileri de “Genç Gönüllüler, Çocuk Gönüllüler ile Buluşuyor” adlı bir kampanya başlatmayı akıl ediverdi.
Bu kampanyaya göre, ilkokul üçüncü ve dördüncü sınıf öğrencileri; Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından belirlenen camilere gidecekmiş ve orada görevli olan din insanları ile genç gönüllüler, öğrencilerin ödevlerini yapması için yardımcı olacakmış.
Kız öğrencilere kız, erkek öğrencilere erkek gönüllüler tarafından verilecek bu hizmet, öğle namazı buluşması ile son bulacakmış ve 10 Şubat’tan itibaren 10 pilot bölgede uygulanacakmış.
Projenin asıl amacı “Toplumları, derinden sarsan, günümüz dünyasında; değerleriyle büyümüş, erdemlerini kuşanmış, böylece geleceğe emin adımlarla yürüyen gençler yetiştirmek” olarak dile getirilmiş.
Haberi duyunca; bir eğitimci olarak, birkaç söz söyleme gereği duydum.
Sözü edilen proje, anayasamızda bulunan laiklik ilkesine aykırıdır ve laiklik ilkesinin, anayasadan çıkarılması “teklif dahi edilemez”
Değerleriyle büyümüş, erdemlerini kuşanmış ve geleceğe emin adımlarla yürüyen bir nesil yetiştirmek için; ödev yapmasına yardım edilen değil sorgulama ve bilgiye ulaşmayı öğrenip ödevini yapabilecek öğrenciler yetiştirecek bir eğitim sisteminin, alt yapısını oluşturmak gerekir.
Bunu sağlamak da, Diyanet İşleri Başkanlığının değil, Milli Eğitim Bakanlığının görevidir.
Ülkemizde geçerli olan yasalara göre, eğitim-öğretim hizmetleri, Milli Eğitim Bakanlığı veya bakanlığa bağlı -bakanlık tarafından denetlenen- özel kurumlar tarafından verilir çünkü.
Pedagojik performans alarak öğretmenlik diploması olmayan biri, resmi veya özel bir kurumda öğretmenlik yapamaz.
O nedenle; Eğitim Fakültesinde öğrenci olanlar bile eğitim kurumlarında, eğitimci olarak değil stajyer öğrenci olarak ders verebilir.
Din ile ilgili bilgiler, okullarımızda “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi” öğretmenleri tarafından verildiği için başka bir kurumda, din ve ahlak eğitimi verilmesi, o öğretmenlere ve Milli Eğitim Bakanlığına karşı yapılmış, büyük bir saygısızlıktır.
Üstelik; ilkokul üçüncü ve dördüncü sınıf öğrencileri, ergenlik çağında bile olmadıkları için namaz kılma gibi bir etkinlik kapsamına alınamaz.
Fetullahçı Terör Örgütü(FETÖ) ile hala mücadele edilen bir zaman diliminde, Fetullahçı yapılanmaya benzer yapılanma girişiminde bulunan Tarikat ve Cemaatler, bu uygulamaya sızarak, kendi altyapılarını oluşturabilir.
“Toplumları derinden sarsan günümüz dünyasında…” yaşananlara karşı, Milli Eğitim Bakanlığının katılımı olmayan bir proje üretilecekse o proje -yukarıda da sözünü ettiğim- “Anadolu Kültürü” diye adlandırdığımız kültürü yok ederek yerine yerleştirilmeye çalışılan Dizi Film Kültürüne karşı olmalıdır.
Böyle bir çalışma için şöyle bir öneride bulunmak istiyorum:
Tüm öğrencilerin evde olacağı bir zaman diliminde, tüm televizyon kanalları, haber programları saati gibi bir eğitim programı zaman dilimi yaratmaya teşvik edilir ve o saatlerde, her televizyon kanalında; eğitimciler, çocuk gelişimciler ve çocuk psikologları başta olmak üzere yetkili uzmanlar tarafından hazırlanacak olan “düşünen, sorgulayan, sorumluluk almayı bilen, insanlara, çevreye ve hayvanlara saygılı olmayı ve bunun gibi birçok olumlu özellikleri olacak bir nesil yetiştirecek” programları, çocuklarımızın izlemesi sağlanabilir.
Oyunlarla, şarkılarla, masallarla, kukla ve çizgi filmlerle donatılmış öyle bir programın; hem çocuklar, hem de diğer aile bireyleri tarafından, beğeniyle izleneceğine inanıyorum.
Sözünü ettiğim geniş kapsamlı programa göre yetersiz bulduğum, bir zamanlar yayınlanan “Susam Sokağı” büyük bir zevkle izleniyordu çünkü.
Yazımı -yerine ulaşmayacağını, ulaşsa da dikkate alınmayacağını bile bile- Milli Eğitim Bakanımıza, birkaç ay önce yazmış olduğum 2 küçük metinle bitirmek istiyorum.
Sayın Milli Eğitim Bakanı,
Şu anda, Milli Eğitimimizin “Program değişikliğine” değil “Eğitim Sistemi değişikliğine” ihtiyacı var. Bu konuda; siz dahil her yetkiliyle tartışmaya veya gerekli önerilerimi sunmaya hazırım.
Yukarıda yazdıklarımdan haberdar olmayacağınızı, olsanız bile dikkate almayacağınızı bildiğim halde tarihe not düşmek istedim.
Sayın Milli Eğitim Bakanı,
Çocukların dağa çıkması, eğitim ile önlenecekse; bunu sağlamak, başında bulunduğunuz bakanlığın omurgasını oluşturan öğretmenlerin görev alacağı bir eğitim sistemi ile olur.
Sizin deyiminizle “Sivil Toplum Kuruluşları” eleştirdiklerinizin deyimimizle “Tarikat ve Cemaatler” veya Pedagojik Formasyonu olmayan din görevlileri aracılığıyla değil.
Din ile ilgili din insanları, pedagoji ile ilgili eğitim uzmanı olan öğretmenler eğitim yapar.
Din için eğitim gereklidir ama eğitim için dine ve din görevlisine gerek yoktur yani.
Eğitimin, dini olmaz çünkü…