27 Kasım 2024

Aşağıdaki yazıyı, 22.07.2014’te yazmıştım. Birkaç cümleyi çıkarsam, bugün yazılmış gibi kalacağı için tekrar yayınlama gereği duydum.
İsrail, Dünya’ya meydan okurcasına, Filistin’de katliam yaparken aklıma birçok soru geldi.
Bunlardan ilki, “Saddam Hüseyin’in yönetimi bahane, petrolün üzerine oturmak şahane” dercesine büyük bir iştahla Irak’a füzeler yağdıran Amerikalı yetkililer, şimdi koltuklarında oturanların, Gazze’deki katliama arka çıkmalarına ne diyorlar acaba?
Irak’ta diktatör olmakla suçlanan Saddam Hüseyin, en azından kendisini seçenlere kıyıyor ve bir bakıma “Kendi düşen ağlamaz” dedirtiyordu.
Oysa İsrail, bir zamanlar kendileri de yersiz-yurtsuz kaldıkları halde kendi topraklarında bir yer-yurt edinmek için çabalayan Filistinlilere bomba yağdırıyor.
Ezilen halkların yılmaz koruyucusu ve Dünya’nın tek süper gücü Amerika’nın yöneticileri ise; “İsrail, ülkesine atılan bombaların hesabını sormak için bomba yağdırıyor” deme aymazlığını gösteriyor.
Almanya’nın yöneticileri da aynı şeyi söylüyor.
Onları bir bakıma anlayabiliyorum. Çünkü onlar; “Kurdun yavrusu, kurttan gördüğünü yapar” atasözümüzü duymuş ve “Baskıyla büyüyen çocuk, büyük olasılıkla çocuğuna baskı yapar” diyerek Hitler döneminde yapılan Yahudi katliamının günahını çıkartma durumunda olabilir.
Asıl benim anlayamadığım, İsrail’de yaşayan aydınlar(!) bu yapılan katliama, “Bizden önceki nesil, Dünya’nın en büyük soykırımına uğradı. Bu nedenle biz, bu katliamın hemen durdurulmasını istiyoruz” demiyor veya diyemiyor?
Aklıma en çok takılan sorulardan biri de, “Acaba Suriye’de yapılanlar karşısında hemen pozisyon alan yöneticilerimiz, bu katliam karşısında durumu, neden birkaç demeçle geçiştirmeye çalışıyor?”
Acaba, başbakanımızın birkaç yıl önce İsrail başbakanının yüzüne karşı canlı yayında söylediği “Siz, öldürmeyi çok iyi bilirsiniz” sözü nedeniyle mi susuyorlar?
Gazze’deki katliamdan hemen sonra basında, Mısırlı bir yetkilinin, “Biz, ateşkesi sağlamak üzereyken Türkiye ve Katar yetkilileri buna engel oldu” dediği yönünde bir haber yer aldı.
Bu haber karşısında ülkemizi yönetenler, ya “Evet, bu açıklamalar doğru” veya “Böyle bir olay kesinlikle olmadı” türünden bir açıklama yapması gerekirdi.
Açıklama, “Böyle bir olay kesinlikle olmadı” şeklinde olacaksa, Mısırlı elçilerin hemen sınır dışı edilmesi ve Mısır’daki elçilerimizin de ülkeye çağrılması gerekmez miydi?
Hatta Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül, cumhurbaşkanlığına aday olan Ekmeleddin İhsanoğlu, Recep Tayyip Erdoğan ve Selahattin Demirtaş’ın da, ortak bir açıklama yapması yerinde ve etkili bir tavır olurdu.
Aynı tavır, başbakan ve siyasi parti genel başkanlarının ortak bir mesajıyla sürdürülebilirdi.
Bu katliamdan hemen sonra, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde grubu bulunan parti yetkililerinin ortak bir açıklama yapması çok yerinde ve olumlu bir tavır olmakla birlikte bana göre yetersiz kalmıştır.
Bana göre bu açıklamanın hemen ardından her partiden milletvekilinin bulunduğu bir komisyon bu açıklamanın hemen ardından İsrail’e gidip yetkililerle konuşmalıydı.
Bir yanda sokaklarda “kadın-erkek, çocuk-yetişkin, sivil- askeri” denilmeden bombalanan hedefler diğer yandan –çok affedersiniz ama” davulcunun yellenmesi gibi çıkan kınama mesajları yetersiz kalıyor çünkü.
Bu; bir insan, bir baba, bir öğretmen, bir yazar olarak benim çok zoruma gidiyor arkadaş.
Gözümün önünde yaşamını yitiren birkaç insan oldu ama çok şükür birkaç tavuk kesmek ve arabamla bir civciv ezmek dışında cana kıymadım.
Yeri gelmişken “civciv ezme” olayını da anlatmak istiyorum.
Antalya- Mersin yolundan gidenler, özellikle “Anamur-Gazipaşa arasındaki virajları çok iyi bilir.
Bundan yaklaşık 20 yıl önce, Antalya’dan gece yola çıktım. Sabaha kadar araba kullanarak Mersin’e yaklaştığım bir anda o yollardan kurtulmuş olmanın rahatlığıyla hızımı biraz arttırdığım anda sabahın ilk ışıklarıyla ana yola çıkıp buğday taşıyan kamyonlardan yola düşen birkaç buğday tanesinden rızkını çıkarmaya çalışan birkaç civciv ve bir tavuk gördüm.
Var gücümle frene bastığım ve durduğum halde, inip baktığımda bir civcivin ezilerek ölmesine neden olduğumu gördüm.
Aynı anda; beni görüp kaçan civcivlerin telaşına ve anne tavuğun, bir yandan benden kaçarken diğer yandan geriye baktığına da tanıklık ettim.
O anda, “Tavuk bile olsa analık böyle bir şey işte, tavuk kadar olamayan analara yazıklar olsun” dediğimi çok iyi anımsıyorum.
Her katliamdan sonra ben hep o anı anımsarım ve çocuklarına kıyılırken acı çeken anne-babalar ve yakınlarına kıyılırken kaçmaya çalışan yakınlarının telaşlı durumları gözlerimin önüne gelir.
Aynı anda canına kıydığım civciv, kaçmaya çalışan diğer civcivler ve anne tavuğun o andaki telaşını yeniden görürüm. Hem de hafızamdaki banttan canlı yayında izlediğim halde hala canlı yayındaymışım gibi gelir bana.
O olaydan önce kümesim ve kümeste beslediğim tavuklarım vardı. Arada bir tavuk keser yerdik. O olayı yaşadıktan sonra tavuk bile kesemez olduğumu düşünüyorum ve kendi kendime; “Bu katliamın emrini verenler, bu emri uygulayanlar, bu kıyımlara arka çıkanlar, bu kıyımlar karşısında susanlar, acaba nasıl uyuyorlar, nasıl aynaya ve yakınlarının yüzüne bakabiliyorlar?” diye soruyorum.
Bu nedenle; başta kıyımlara arka çıkan Amerikalı ve Alman yetkililer ve kıyımlar karşısında gerekli tepkiyi veremeyen ülkeler olmak üzere, işlenen insanlık suçuna karşı çıkmayan herkesi kınıyorum.