27 Kasım 2024

 

Ramazan Kara

Aşağıdaki yazıyı, Hrant Dink Cinayetinden 5 yıl sonra yazmıştım.

Bu cinayetle ilgili çok şey yazıldığı için ben şimdiye kadar yazmamıştım.

Ancak son gelişmeleri görünce duramadım ve yazıyorum.

Öncelikle, cinayetin olduğu günlerde verilen iki demeci yazarak başlamak istiyorum.

İlgilenenler anımsar olaydan birkaç gün sonra o dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah bu cinayeti “Birkaç gencin, milliyetçi duyguları sonucu işlenmiş” olarak açıklamıştı.

Aynı günlerde başbakanımızın da “Hrant Dink’i öldürenler, beni de öldürmek isteyebilir” anlamını çıkarabileceğimiz bir açıklaması olmuştu.

Anladığım kadarıyla başbakanımız, cinayetin Ergenekon Örgütü tarafından planlanıp uygulandığını düşünüyordu.

Aynı olayla ilgili; Başbakan ve İstanbul Emniyet Müdürünün tespitleri ayrı ayrıydı.

Ben hala ordayım. Bu ne çelişkiydi?

Biri ülkeyi yöneten başbakan, diğeri 15 milyonluk şehrin emniyetinden sorumlu müdür.

Kafalar karma karışık olmuştu. Hangisine inanmalıydık?

Aradan birkaç gün daha geçince, cinayetin olacağından devletin kimi kuruluşlarının haberdar olduğuna dair açıklamalar gelince olay, tam bir Arapsaçına dönüştü.

İster istemez insanın aklına “Yoksa Hrant Dink, bir ihmalin kurbanı mı oldu?” sorusu geliyordu.

Ölümünden önce Hrant Dink hakkında fazla bir bilgim yoktu. Birkaç kez televizyonlarda konuşmasını dinlemiştim. Hepsi o kadardı.

Hrant Dink, bir Ermeni olarak doğdu, bir Ermeni olarak yaşadı. Ermeni olmakla hep gurur duydu.

Ancak aynı zamanda; her zaman ve her koşulda Türkiye Cumhuriyeti’nin birlik ve bütünlüğünden yanaydı.

Bu yüzden, uluslararası Ermeni örgütleri tarafından hep eleştirildi ve hedef gösterildi.

Zaten öyle olmasaydı, cenazesine katılan on binlerce insan “Hepimiz Ermeni’yiz, hepimiz Hrant’ız!” diye haykırmazdı.

Hrant Dink Davası’na bakan mahkemenin kararını öğrendiğimde hiç şaşırmadım.

Daha önceki mahkemelerin şaşırtan kararları nedeniyle herkesin şaşıracağı bir kararı bekliyordum çünkü.

O yüzden karar ne olursa olsun şaşırmayacaktım. Nitekim öyle de oldu.

Bilerek ya da bilmeyerek ülkemiz; gazeteci cinayetlerinin kolayca işlendiği, cinayeti işleyenlerin kolayca izini kaybettirdiği, izini kaybettiremeyip yakalananların da çok komik bulunacak kadar az bir cezaya çarptırıldığı, hatta o cezayı tam olarak çekmeden cezaevlerinden kaçtığı veya kaçırıldığı bir ülke konumuna getirilmiştir.

Abdi İpekçi, Uğur Mumcu, Çetin Emeç, Ahmet Taner Kışlalı, Bahriye Üçok, Turan Dursun cinayetlerinde olduğu gibi Hrant Dink cinayetinin sonucuna baktığınızda söylediklerimde haksız mıyım?

Bir vatandaş olarak ve bir insan olarak çok üzülüyorum, içim acıyor.

Bu kadar değerli insan iki kez öldürülüyor çünkü.

Birincisinde canları bedenlerinden ayrılıyor. İkincisinde mezarlarındaki kemikleri sızlatılarak öldürülüyorlar.

Kalanlara asıl acı yaşatan da bu olsa gerek.

Bu insanlara yazık değil mi?

Yazık, hem de çok yazık.

Öyleyse bu insanlara bu acıları yaşatanlara da “yazıklar olsun!”