İNSANLIĞIMIZI ÖLDÜRMEYELİM
Dün akşam, öğretmen okulunu birlikte okuduğumuz ve şu anda Hollanda’da yaşayan bir arkadaşımla “Skaype” aracılığıyla bir süre sohbet ettik.
Zamanın nasıl geçtiğini anlayamadığımız söyleşide anlattığım birkaç anımı sizlerle de paylaşmak istiyorum.
Bugün birbirine düşürülmek istenen benim halkımın öylesine sıcakkanlı öylesine merhamet dolu bir yapısı var ki bunu yaşamak şaşırtıcı anlatabilmek olanaksızdır.
Bizim insanımız hangi yöremizden olursa olsun hangi etnik kökenden gelirse gelsin hangi dinden olursa olsun bir başka asaleti vardır.
Doğru planlama yapılabilse yalnız tarım geliriyle, yalnız yer altı zenginlikleriyle, yalnız turizm geliriyle, yalnız sanayisiyle ayakta kalabilecek bir yapısı bulunan ülkemizin doğal güzellikleri kadar insanlarımızın doğallığı da güzeldir.
Açlığında bile bir lokma yiyeceğini paylaşabilen insan türü ancak ve yalnız benim ülkemden çıkar.
Paylaşmanın ötesinde benim ülkemin insanları, aç gezmeyi göze alarak tanımadığı birini bile doyurmaya kalkar.
İşte size birkaç örnek:
Öğretmen olduğum ilk yıllarda bir motosikletim vardı. Arada bir öğretmenlik yaptığım köyün yaklaşık 5 km. uzağındaki sulama kanalına balık tutmaya giderdim. Bir gün yolda motosikletim arıza yaptı.
Şimdiki gibi cep telefonu yok ki usta çağırasın. Dolayısıyla iş başa düştü.
O yaz sıcağında, motoru bir güzel söktüm ve onarmaya çalışıyorum. Bir yandan boncuk boncuk ter dökerken diğer yandan “ya başarılı olamazsam?” diye panik halindeyim.
Omzuma dokunan bir elle kendime geldim. Elin sahibi, yaşlı Arap teyzenin “Bre oglum, sen çok yoruldun. Yazzık sana. Al bu ayranı iç, bu sıkmaları ye de kendine gel. Motorunu yapamazsan da gel teyzene misafir ol. Akşam oglum gelince yapar senin motorunu. Benim olgum tamirci” sözleriyle önce şaşırdım, sonra içimden “İşte benim ülkemin insanının asaleti” diye geçirdim.
Bu olaydan birkaç yıl sonra okuldaki öğretmen arkadaşlarımızla hafta sonunda pikniğe gitmeye karar verdik. Gidip bir güzel eğleneceğiz. Piknik alanına yakın olan pişirme fırınında fırında tavuk yaptırarak karnımızı da doyurmayı planladık. Ancak bu işleri organize eden arkadaşımız tepsi almayı unutmuş. Fırında da fazla tepsi yok.
-Arkadaşlar köye gider herhangi bir aileden alırız, dediğimde gülüşmelere tanık oldum.
Birkaç arkadaş köye indik. Yaşlı bir amcanın ve teyzenin bulunduğu evin önünde durduk. Amcaya durumu anlattım ve
-Şimdi bize tepsileri verin ve ister parasını verelim ister bir miktar para karşılığı kiralayalım ister bir miktar parayı ipotek olarak koyalım tepsiler gelince parayı iade edin isterseniz de tepsileri bize satın” diye bol seçenekli bir çözüm önerdim.
Amcadan “Bak oğul, Atatürk’ün öğretmeni adamın kapısına gelmişken 2 tepsinin hesabı yapılır mı? Al tepsileri kullan ister geri getir ister anı olarak sende kalsın” yanıtını alınca gözlerimden süzülen yaşlarla önerilerim için özür diledim.
Halkımı yeteri kadar tanıyamamanın verdiği eziklikle kendimden utanmam da cabası.
İşte benim ülkemin insanının asaleti!
Başka bir gün Kürt halkımızın yaşadığı bir yerden geçerken çok acıktığımızı hissettik. Çaldık bir kapıyı ve ekmek istedik. Sonradan Tuncelili olduğunu öğrendiğimiz aile, kapılarına gelen birilerini kuru ekmekle yolcu etmelerinin çok ayıp olduğunun altını çizerek bizi evlerine aldı ve çok kısa bir sürede çok güzel bir sofra hazırladılar.
Biz yemek yerken sofraya yalnız evin reisi oturdu. O yemeğin aslında ailenin o günlük yiyeceği olduğunu ve bizi doyurmadan kendileri aç kalacak olsalar bile sofraya oturmayacaklarını iyi bildiğim için net bir tavır koydum.
“Bize sofranızı açtığınız için çok mutlu olduk ama sizin aileniz de sofraya oturmadan bir lokma bile yemeyiz.” diye diretince gelip birlikte yemek yediler.
İşte benim ülkemin insanının asaleti!
2004 yılında ailemizle birlikte hem yöreyi tanımak hem de Trabzonsporlu yönetici ve oyuncuları tanımak için Trabzon’a gittik.
Yemek yemek için girdiğimiz lokanta sahibinin babası olduğunu sonradan öğrendiğimiz bir amca, önce hesap ödemememiz için çok çaba sarf etti. Sonra Trabzon Öğretmenevi’nde kaldığımızı öğrenince
“Ne para verecesun? Hadi bizde kalalım” diye çok ısrar etti. Yatak ücretini peşin ödediğimizi anlatmasak da evine götürmekte kararlıydı.
İşte benim ülkemin insanının asaleti!
Bir Arap kadını da, bir Türk amca da, bir Kürt aile de, Laz bir Amca da her an düşüncelerini insanlığın yüreklerini insanların hizmetine açmış bekliyor.
Tatarlar, Çerkezler, Ermeniler, Rumlar da böyledir mutlaka.
Bu özellikleri taşımak için benim ülkemin insanı olmak, benim ülkemin suyunu içmek, benim ülkemin havasını teneffüs etmek, benim ülkemin ekmeğini yemek yeterli çünkü.
İşte benim ülkemin asaleti burada gizli.
Evine gelecek çocuğunun lokmasını sayan Avrupalıya özenerek ve dizi film kültürünü yaşam biçimine dönüştürerek bu geleneklerimizi yok etmememiz, yok edemememiz dileğiyle hoşça kalın.