“SEN KÜÇÜKSÜN ÖLEMEZSİN”
Rahmetli kardeşim, İstanbul Devlet Konservatuarı’nın ilk öğrencilerindendi. O dönemde ben de İstanbul’da olduğum için, sık sık okuluna uğrardım. O ziyaretlerimde -zaman zaman- 13-14 yaşlarında, bıcır bıcır bir kızın bağlama çalışına da, tanık olurdum.
Kardeşim, 31 Ağustos 1978’de katledildiği için, o kız çocuğunu, senelerce görmedim
Aradan yıllar geçtikten sonra, o çocuk bir genç kız olmuş ve televizyonda, bağlama çalıp türkü söylüyordu. Adının, Nuray Hafiftaş olduğunu o gün öğrendim. Bir anda kardeşimi görmüş gibi mutlu oldum ve sevinç gözyaşlarımı tutamadım.
Daha sonra sevinç gözyaşlarıma, kardeşimi kaybetmenin hüznü karışsa da sevgili Nuray Hafiftaş’ı dinledikçe, onun başarısını, kardeşimin başarısı gibi gördüğüm için çok mutlu oldum.
Nuray Hafiftaş’ı ve kardeşimin okul arkadaşlarını, yıllarca mutlulukla izledim, dinledim.
Çocukluğunda canlı olarak gördüğüm, o bıcır bıcır kızın, aramızdan ayrıldığını öğrenince, kardeşimin acısını yeniden yaşadım sanki. Hem değerli bir sanatçıyı, hem de kardeşimin kokusunu taşıdığına inandığım birini kaybettim çünkü.
Önce, sevgili Nuray Hafiftaş’ın söylediği “Sen Küçüksün Ölemezsin” türküsünü kulaklarımda hissettim. Sonra, bilinçli olmadan, o türküyü söylemeye başladım. O benim için hala, konservatuardaki, bıcır bıcır kız çocuğuydu ve ölemezdi çünkü.
Daha sonra da “Mekanın cennet olsun, bağlama çalışına hayran kaldığım çocuk. Senin arkadaşın, benim kardeşim olan İsmail Kara’ya selam söyle. Bulunduğun yer cennet, yattığın yer aydınlık ve rahat olsun. Sana rahmet, tüm sevenlerine sabır ve dayanma gücü dilerim” diye mırıldanabildim.
Aynı anda, kardeşimin acısı, yüreğimde ve düşüncelerimde, en yoğun haliyle yeniden dirildi.
Kardeşimi, 17 yaşındaki toprağa verdiğimde, “Yanar içim, göynür özüm” durumunu fazlasıyla yaşadığım için, Yunus Emre’nin “Yiğit iken ölenlere/Gök ekini biçmiş gibi” dizeleri hiç aklımdan çıkmadı. Hala “Yanar içim, göynür özüm”
Kardeşimin acısı, onun arkadaşının acısıyla birleşince, yeniden yıllar öncesine gittim.
Kardeşimi kaybettikten bir kaç yıl sonra, -az önce de değindiğim gibi- bir gün televizyonu açtığımda, gencecik bir kız, bağlama çalıp türkü söylüyordu. Kıza, dikkatlice bakınca; yıllar önce kardeşimin okulunda gördüğüm, bağlama çalan güzel gözlü kız olduğunu anladım. Gözleri ve bağlamaya dokunuşundaki içtenliği hiç değişmemişti çünkü.
Nuray Hafiftaş’a, baktıkça ve onu dinledikçe; kardeşimi görüp onun bağlamasını ve türkülerini dinlermiş gibi mutlu oldum.
Bir anda, 1970li yıllara gittiğimi fark ettim. Önce kardeşimi, yeniden kaybettim. Sonra, kardeşimle okuyan birinin daha sanatçı olduğunu gördüğüm için çok mutlu oldum.
Daha sonraki yıllarda, sevgili Nuray Hafiftaş “Sen Küçüksün Ölemezsin” türküsünü söylemeye başladı. Türküyü her dinlediğimde; kardeşimin, aramızdan çok erken ayrılışını anımsar üzülürdüm. Genellikle de ağlardım. Nuray Hafiftaş’ın aramızdan ayrıldığını öğrenince gene ağladım ama bu kez iki kardeşini birden kaybetmiş biri gibi ağladım.
Hem de, aradan yıllar geçtiği için beni görse, büyük ihtimalle anımsayamayacak birinin arkasından ağladım. O giderken, kardeşimi tanıyan birinin daha gittiğini düşündüm ve “Kardeşimin arkadaşı da, benim kardeşimdir” diyerek kardeş acısıyla ağladım.
Kardeşimle, Nuray Hafiftaş’ın ortak arkadaşlarını anımsadım ve onların acısını da ortak oldum.
O anda, okul arkadaşlarından Özcan Turan, –acı haberle ilgili- facebooktaki paylaşımıma, şöyle bir yorum yaptı: “Ne yazık ki bir bir eksiliyoruz. Başı çeken İsmail oldu. Ömrünün baharında kıymışlardı ona. Sonra yine kaybettiklerimiz oldu, çeşitli nedenlerle. Veeee, bugün de Nuray’ımızı kaybettik. Çok acı. Nuray bizden küçüktü. Onu kantinde ve okulun merdivenlerinde elinde bağlamasıyla anımsıyorum. Neden bilmem, bakışlarına hep bir hüzün görürdüm. Çok genç öldü. Ailesi nasıl dayanacak, bu acıya?”
Gerçekten “Ailesi başta olmak üzere dost ve arkadaşları, nasıl dayanacak bu acıya?”
Okul arkadaşları, kardeşim aramızdan alındığında “Unutmadık, unutamadık İsmail’i /Kızıl bir tomurcuk gibi kanıyor/ Yokluğu yüreğimizde/ Sesi, türkülerimizde/ Bağlamalarımızda eli” dizeleri bulunan bir bildiri dağıtmışlardı.
Aynı insanların; sevgili Nuray Hafiftaş’ı da unutamadıklarını, unutamayacaklarını, yokluğunun yüreklerinde kızıl bir tomurcuk gibi kanadığını, sesinin türkülerinde, elinin bağlamalarında olduğunu düşündüm.
Sonra, sevgili Nuray Hafiftaş’a “Sen de küçüksün be çocuk. Sen de ölemezsin” dedim. Hem de duymadığını, duyamayacağını bile bile.
Daha sonra elimden, kardeşimin kalan arkadaşlarına; sağlıklı ve mutlu uzun ömürler dilemekten başka bir şey gelmediğini düşündüm. Azrail bana, yapabileceğim başka bir şey bırakmadı çünkü.14.02.2018