27 Kasım 2024
Ramazan Kara

 

Manevi kızım, Aysun Eliş’in yayınlanan köşe yazısını okuyunca “Okumak, daha iyi görmek ve daha net duymak gibidir. Okunmaya değer şeyler yazmak, daha doğrusu yazabilmek ise toplum olarak daha iyi duymanın ve daha net görmenin önünü açmaktır” diye bir yorum yaptım.

Yazıyı, bir kez daha okuyunca da, köşemde yayınlayarak, daha çok insanın okumasına aracı olmak istedim.

‘Bu kadar çok okuma!’ ‘Benim bir dayım/amcam vardı, çok okurdu delirdi sonunda!’ ‘Hayat kitaplardaki gibi değil, okuyarak hayatı kaçırıyorsun!’ ‘Sen ne anlarsın git anca kitap oku!’ ‘Okuyorsun da ne olacak? Sen ölünce, bildiğin her şey, seninle birlikte yok olacak!’

Kitap okumayı seven herkes, bu veya buna benzer binlerce cümle duymuş, binlerce aşağılamaya(!) maruz kalmıştır. Birçok okur, okumanın gerekliliğiyle, okuma kaynaklı risklerin tehditleri arasında sıkışıp kalırken, aba altından sopa gösteren masum anılar dinledi.

Peki, bunca uyarıya rağmen neden okumaya, öğrenmeye devam ettiler?

Ben ve benim gibi okumanın büyülü dünyasına gönül veren insanların da elbette cevapları vardı.

Kendi adıma, neden okuyorum?

Çünkü her şeyden bihaber kaldığım hissine katlanamıyorum.

Çünkü zihnimin sınırlarını merak ediyorum.

Çünkü öğrenmenin sınır olmadığını düşünüyorum.

Çünkü okumak bir insana ait görünen, kalabalık bir yaşam alanı oluşturuyor.

Çünkü düşüncelerini diğer insanlara sunmaya cesaret eden yazarlar düşünce dünyama değer katıyor.

Çünkü okumak var olmanın en anlamlı biçimidir.

Çünkü okumak farklı dünyaların kapılarını açmaktır.

Çünkü okumak gerçek diye nitelediğimiz dışarıdaki hayata tahammülü kolaylaştırıyor.

Çünkü yapacak daha iyi bir işim yoktu.

Kitap okumanın benim ya da çevremdeki insanlar için bir faydası olup olmadığını elbette bilemezdim. Hele ki bazı eleştirilerin gerçeklik payı kafa karıştırıcıydı. Öğrendiklerim ne olacaktı? Nihayeti insandım, öğrendiklerim benimle birlikte yok olup gidecekti. Okumasam daha mı iyi olurdu? Cahilliğin mutluluk olduğunu ben de samimiyetle kabul ediyorum.

Okumak farkındalık kazandırır ve farkındalık -çoğu zaman- beraberinde mutsuzluğu getirir.

Bir gün, bir yerde, benimle yok olup gidecek olan bu okuma öğrenme ve değişme sürecinin anlamsız olmadığını fark ettim.

Hayır, bilgiler insanla birlikte ölmez, bilgiler insan bedeniyle gömülmez.

Eğer mağara adamı benim gibi umutsuzluğa kapılsaydı; ‘Bildiklerim benimle yok olmaya mahkumdur.’ diye düşünseydi, asla bir taşı yontmaz, asla duvarlara resim yapmazdı.

“O sonu gelmez resim tekniklerinin temeli, bir mağara duvarındaki kömür karasında saklıdır” diyebilir miyiz?

Eğer o insanlar, mağara duvarına bir mamut resmi çizmeden ölseydi, bugün güzel sanatlar fakültesinde bahsediyor olmazdık.

Eğer bir yazar, aşkını doğrudan söylemeye cesaret edemediği için mektup yazmasaydı ya da ortaya kurgu karakterler koymasaydı bugün romandan bahsedemezdik.

Mum ışığına razı insanlar “Tamam, bu bize yeter” deyip otursaydı karanlığın en koyu tonunda oturmaya devam ediyor olmaz mıydık?

Demek ki, medeniyet bireysel gelişmelerin toplamıdır. Bir insanın sahip olduğu bilgi başka insanların hayatına dokunur.

Okumak, hiçbir şey kazandırmasa bile en azından empati yeteneği kazandırır. İletişim becerisini geliştirir. İfade yeteneğini arttırır. Bildiklerimiz bizimle ölse bile başkalarının hayatında fark yaratmaya devam eder.

Kitapları, bu yüzden küçümseyemiyorum. Konusu ya da türü, ne olursa olsun, okumak yeni bireyler yaratır. Daha gelişmiş, anlaşılmış, anlayabilen insanlar ortaya koyar.

İyi ki, mağara adamı, kömür karası resimler çizdi. İyi ki, birileri, nesneleri sözcüklerle ifade etti İyi ki, birileri, zihninde dolaşan hayali kahramanlarla romanlar yarattı. İyi ki, hiç tanımadığımız insanlar, kendilerini değiştirmeyi seçti.

İyi ki -burada- gelişmelere açık, geleceği inşa eden insanlar var.

Sözün özü: yeni bir “ben” olmam ve senin, yeni bir “sen” olmak için okumamız gerek.