YURTTA BARIŞ, DÜNYA’DA BARIŞ
Aşağıdaki yazıyı 01.09.2013’te yazmıştım. Olduğu gibi yayınlıyorum.
Ülkemizin, komşularımızın ve genel olarak dünyanın içinde bulunduğu durumu görünce yıllar önce, genç yaşına karşın “Yurtta barış, dünyada barış” diyen Mustafa Kemal Atatürk’ün ne kadar gerçekçi ve ileriyi gören bir lider olduğunu daha iyi anlıyoruz.
Ülkemizde özellikle son 40 yılda yaşanan olaylara kısaca değinmek istiyorum. Olayları yaşatanlar farklı olsa da her dönemde olaylardan başımızı –nedense- bir türlü kurtaramadık.
12 Eylül Darbesi’nden önce “Sağ-sol çatışması” diye adlandırılan olayları yoğun olarak yaşadık.
Bu çatışmalardan sonra Ermeni örgütü ASALA’nın eylemleri başladı.
Ardından sırasıyla PKK, Hizbullah ve yeniden PKK eylemleri patlak verdi.
Hani çok bilinen “İki arkadaş kavga yaparken aralamaya gelenlerin ceplerini boşaltan üçüncü bir kişinin kavga yapanlarla işbirlikçisi olduğu” bir yankesici numarası vardır ya, ben, ülkemizde yaşanan bu kargaşa ortamlarını buna benzetiyorum.
Her dönemde bu durumdan yaralanan birileri çıkıyor.
Böylece “Savaşları, varlıklılar çıkarır ama ölenler hep yoksul insanlardır.” ve “Savaşlardan sonra geriye üç farklı ordu kalır. Ağlayanlar ordusu, sakatlar ordusu ve fırsatçılar ordusu.” sözlerinin anlamını her geçen gün daha iyi irdeliyor ve anlıyorum.
PKK tarafından son günlerde yapılan açıklamaları göz önünde bulundurursak gene birileri ölürken veya öldürürken başka birileri sermayesine sermaye katacak.
Suriye ve Mısır’da yaşananlara ne demeli?
Suriye’de aylardır süren bir iç savaş var. Bu iç savaş sonucunda, öldüren kim olursa olsun on binlerce insan ölmüş. Öleceklerin sayısının da ölenlere yakın olacağını söylemek için falcı olmaya gerek yok.
Yaklaşık 1300 kişi kimin kullandığı henüz belirlenemeyen gazdan zehirlenerek ölünce, on binlerin ölümünü birkaç yüzeysel tepkiyle geçiştiren dünya ayağa kalktı.
Birkaç gün önce “ÖLEN BEN, ÖLDÜREN BENDEN” başlıklı yazımda hem ölenlerin hem öldürenlerin “Müslümanım” dediğine dikkat çekmiştim.
Son gelişmelerden sonra kısmen de olsa yanıldığımı anladım. ABD dış işleri bakanının “Savaşın masraflarını Arap ülkeleri karşılayacak” anlamındaki sözlerini okuyunca durumun “ölen ben, öldürten benden” olmaya başladığını anladım çünkü.
Acaba ABD tek başına veya koalisyon güçleriyle Suriye’yi vurduğunda durum Irak’taki durumdan farklı mı olacak?
Canının derdine düşen Suriyeli yurttaşların yaşayacakları, Iraklı yurttaşların yıllardır yaşadıklarından farklı bir şey mi olacak?
Binlerce insanın tecavüze uğramayacağına, sakat kalmayacağına, öldürülmeyeceğine, Suriye’nin de Irak gibi enkaz yığınına dönmeyeceğine kim garanti verebilir?
Irak’ta yıllar önce açılan yaraların hala kanadığını ve “Arap Baharı” ile başlayan sürecin hala her gün birçok insanın ölümüne neden olduğunu görmezden gelen dünya mı?
ABD, dünyada daha çok söz sahibi olmanın ve İsrail’i bölgede daha güçlü konuma getirmenin hesabını yaparken sessiz kalan dünya mı?
Birkaç yıl önce haklı olarak “Siz adam öldürmeyi çok iyi bilirsiniz.” diye suçladığımız ve dokuz yurttaşımızı acımadan öldüren İsrail’le gerekirse Suriye’de aynı cephede savaşmayı düşünen biz mi?
Her fırsatta, özellikle Ortadoğu’da ve genel olarak dünyada; insan hak ve özgürlüklerinin gerektiği gibi kullanılması, demokrasinin daha yaygın hale gelmesi ve ülkelerde iç karışıklıkların olmaması için çırpındığını söyleyen ABD mi?
Hani İsrail, Filistinlileri yılardır çoluk-çocuk, kadın-erkek, yaşlı-genç gözetmeksizin öldürürken; askeri müdahalede bulunmak bir yana kınamak için bile sesini çıkarmayan ABD var ya, o mu garanti verecek?
Biliyorsunuz “Tavuğun çığlığına ilk gelen tilki olur ama tavuğu kurtarmak için değil fırsattan yararlanmak için gelir.” diye bir söz var. ABD, ne zaman ezilen halkların yanında olduğunu söylese benim aklıma nedense hep bu söz gelir.
ABD’nin; Saddam’ı diktatör olduğu için öldürmesi ile Mısır’da askeri darbeyle iktidar değişikliği yapılması ve diktatörlük yapanlara destek vermesi arasındaki çelişki hep aklıma takılır.
İsrail hükümeti, Filistinlileri öldürürken olayları o ülkenin iç işleri gibi görüp Suriye hükümeti muhaliflerle savaşırken olayın katliam olduğunu öne sürmesini görünce de aklıma hep tilkinin, tavuğun çığlığını duyunca ilk koşan olması gelir.
Aklıma sıkça gelen sözlerden biri de Mustafa Kemal Atatürk’ün “Yurtta barış, dünyada barış” sözüdür.
İki Dünya Savaşı yaşadığımız halde hala savaş çıkarmak için çırpınanları görünce “Yurtta barış, dünyada barış” sözünün anlamını ve önemini her geçen gün daha iyi anlıyorum.
O sözü söyleyen kişi, ülkesini işgal eden ve halkının başına yılan gibi çöreklenen emperyalist güçleri ülkesinden kovduktan sonra o acımasız insanlarla bile barış içerisinde yaşamayı öngörebilecek kadar olgun biri olunca sözün anlamı birkaç kat daha artıyor.
Çok çetin savaşların yaşandığı ülkemiz başta olmak üzere, tüm ülkelerin hem içerde hem dışarıda barış içinde yaşayacağı bir gelecek umarken yazımı Nazım Hikmet’in “Yok edin insanın insana kulluğunu/ bu davet bizim” sözleriyle bitirmek istiyorum.
Geleceğimizin “Bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine” yaşayacağımız günlerle dolu olması dileğiyle.